Bir çok insandan birer ikişer ısırık almıştı,
Ağızda eriyen, çok güzel tadı olanlar da vardı,
midesini bulandırıp kusturanı da.
Kendisinden de bir çok ısırık alan olmuştu,
Çok beğenip ikinci ısırığı alan da vardı,
ağzındaki lokmayı yüzüne tüküren de.
Bir gün tüm bu karşılıklı tadımlardan sıkıldı,
restorandan çıktı ve karşıdaki tepeye tırmandı.
Oraya daha önce kimse çıkmamıştı, yapayalnızdı.
Burası artık onun kendi tepesiydi, bayrağını dikti.
Günler geçti ve acıktı, etrafta ısırık alacak kimse yoktu.
O ana kadar tanıdığı kimsenin düşünmediği bir fikir geldi aklına:
Kendi tadına bakacaktı!
İlk ısırık hep kalpten alınırdı, adeti bozmadı.
Bir çok kalbin tadına bakmıştı, kendisininkinin tadını çok merak etti.
Dişlerini kalbine geçirdiğinde anlamsız bir boşluk hissetti.
İkinci ısırık vücudundan bir parça, kişiye göre tam olarak neresi olacağı değişir.
Onun sevdiği kısım bileklerdi, el bilekleri.
İki bileğinden de kocaman ısırıklar aldı, kendini pis hissediyordu.
Son olarak beyinden bir parça alınırdı.
Daha önce kimsenin beyninin tadına bakmamıştı,
onun beynini de ısıran olmamıştı.
Zaten o restoranda çok az sayıda insan beyin tadacak kadar ileri gitmişti.
Tadanlar da genellikle tükenene kadar birbirlerini yiyip bitirmişlerdi.
Bir anda farketti ki,
Kendi beynini ısıramazdı... Bu anatomik olarak imkansızdı.
Kısa bir süre sonra o tepede açlıktan ölüverdi.