20071222

Çılgın Max linkleri

Öteki Sinema - B-Filmler hakkında blogumsu oluşum.. Nays beybi.

PA Media - Post Apokaliptik portalı. Zengin içerik, dandik dizayn.

Mad Max Movies - Filmler hakkında çok zengin kaynak. Kaymak.

Mad Max Online - Çok bi olay yok gibi. İncelemek lazım.

Movie Cars - Post Apokaliptik değil ama filmler ve arabalar..

20071212

Hayırsızsınız

Bugüne kadar ona hep arkanızı döndünüz..

Siz onu o kadar hor görürken, sıfatını küfürlere malzeme haline getirmişken, o sizin türlü derdinizi çekti, sessiz sakin [genelde] bir şekilde arkanızdan geldi.

Hiç sordunuz mu bol acılı yedikten sonra çektiği çileyi?
Hiç baktınız mı gazı var mıdır? Yok mudur?
Hiç tuttunuz mu elini kabız olduğunuzda? O koca kütleyi çıkartabilmesi için destek oldunuz mu?
Soğuk taşlara oturduğunuzda, çırçır olma pahasına bile olsa, kendini size siper ettiğinde hiç teşekkür ettiniz mi?
Bayanlar size sesleniyorum, karşı cinsi etkilemek için en başta nerenize güvenirsiniz?
Erkekler size sesleniyorum, karşı cinste gördüğünüzde uğruna sıra sıra dizdiğiniz namelerin sadece bir satırını kendinizdekine okudunuz mu?
Hiç sabah kalktığınızda arkanızı dönüp ona "günaydın" dediniz mi?

Sorarım size..

Size bu kadar emeği geçen poponuzu neden dışlıyorsunuz? Yazık değil mi?

20071210

İçimden Geldi

=> Ortaokul zamanımda çok Diablo[*] oynadıktan sonra sokağa çıkıp kalabalık bir caddede karşıdan karşıya geçmeden önce "save"lemek istedim. Olmadı.

=> Geçen kış Ankara'ya kar yağmadı. Bir kere yağdı, o da tutmadı. İşin kötüsü gidip o kadar para verip kar lastiği almıştım [takvim hediyeli], işe yaramadı. Aralık'a geldik hala yağmadı, Korkuyorum. Bir şarkı ile bitireyim bu paragrafı:

Neler oluyooğğr gülüm?
Neler oluyyyoğğ Küresellerimize?

=> Mad Max[**] çekicez dediler, sabırsızlıkla bekliyoruz. Bir de Indiana Jones'ın dönüşü var.. Dönecek bir ara. Dağdan bir Indy gelecek döne döne.. Dağdan dediğim Aztek tapınağı, döne döne dediğim de kırbacı ile ağaçlara tutunarak. Yok o Tarzan'dı. neyse.

=> Ankara'da IMAX [3B sinema] var, gittim. Gözlükleri çıkartıp, havayı mıncıklayan insanları izlemek daha komik oluyor filmden. Beyvolf'a gitmedim ama başka bi şey izlemiştim. Bir de 4B sinema varmış, hava mı ne bir şey püskürtüyor suratına. Ona gitmedim, ben envai çeşit yerimden hava püskürtüyorum zaten.

=> Kerane tatlısı ile tulumba tatlısı şekil olarak farklıdır. Tulumba başparmak kadar tanelerden oluşurken diğeri -çok afedersiniz- bok gibi sarmal şeklindedir. İsmini de malum mekanların önünde kuvvet vermesi amacıyla satıldığından ötürü almıştır. Ben bir dönem sattım oradan biliyorum. [Ortaokulda para kazanıp aileme bakmam gerekiyordu]

=> Ya haber ajansına satarım da üç beş indireganzi cebe yaparım diye düşünen denyo zihniyettir; ya da direk insanın ateşe olan içgüdüsel aşkıdır; ya da boş insanın hissettiği inanılmaz boşluk hissidir. Bilemiyorum, hiç birisi de olabilir. Şıklardan gitmek işe yaramadı.

=> İzmir'in 40 derece sıcaklığında eski bir vantilatörü bilgisayarın barsakları dışında olan kasasının yanına yerleştirip de Fallout[***] oynadığımı bilirim. Vanitlatör eski olduğundan gürültülüydü, "tor tor tor" diye ses yapıyordu, ortam da tam post-apukaliptik olmuştu haliylen, tam havaya girmiştim. Her load işlemi için minimum 15 dk. beklemem de ayrı bir etkendi tabi. Load ederken çişimi vs. yapıp geliyordum. [Sıcaktan çok su içiliyor haliyle]

=> Geçen dosya adı değiştirmeye kalktım Vista'da. İki defa sordu "emin misiniz?", "son kararınız mı?" şeklinde. Sanki bürokratik işlem hacmi fazla devlet dairesi. Hayır, sistem dosyası falan da değil, altı üstü "sorority.girls.volüm.31.mpg" dosyasını "Zeki Müren - Nostalji 3 - Anladın Sen.mpg" diye adlandıracaktım.

=> Bu yazıya ve nostaji fırtınasına [breh breh] vesile olduğu için Bonkraşır'a "n'aber lan?" diyorum: N'aber lan?



[*] Diablo dediğim kesmeli biçmeli bilgisayar oyunu. O zamanlar Lamborcini Diablo sahibi değildim. Daha sonradan Porş'umu satınca aldım onu. Karıştırmayın diye bu notu düştüm, evet.
[**] Bana post-apokaliptik sevgisini aşılamış olduğu için Mel abimize buradan sevgilerimi iletiyorum.
[***] Bu da bilgisayar oyunu. Post-apkaliptüs sevgimi doyuran yegane şeylerden birisi. Şimdi olsa yine yerim.

20071129

Hayatınızın Labirenti

Büyük bir bina. Soğuk ve sessiz. Penceresi yok denecek kadar az. Gösterişsiz bir girişi var. İçeri girdikten sonra bir labirentin başında bulursunuz kendinizi. İlerledikçe kendi hayatınıza yönlendirildiğiniz bir labirent. Ayrılan ve birleşen koridorlarda geziyorsunuz binayı. Her koridor bir mekan ya da bir anıdır. Doğduğunuz ev, çocukken koşturduğunuz sokaklar, ilkokulunuz, liseniz, ilk işiniz, ilk aşkınızı yaşadığınız yer, dostlarınızla sık sık uğradığınız mekan.. Hepsi birer koridor tarafından temsil edilir. Her koridorun duvarında o mekana, o ana ait fotoğraflar bulunmaktadır. Binaya ilk girdiğinizde hatıralar beyninizi zorlamaya başlar. Bir çok şey vardır unuttuğunuz. Sona yaklaştıkça rahatlarsınız.

Bu labirentte dolaştıkça ortak koridorlarda eski dostlarınızla karşılaşabilirsiniz, sizinle aynı mekanı paylaşmışlardır. Hal hatır sorarsınız. Ama cevap gelmez, hayaldir çünkü onlar. Hafızanızın size oynadığı bir oyundur. Aslında labirentte tek başınasınızdır.

Neyse ki labirentin sonunda dostlarınız, en son dostlarınız sizi beklemektedir. Dilerseniz labirentin sonundaki odada onlarla eski günler hakkında muhabbet edersiniz. Fakat sizinle aynı koridorlardan geçmedilerse sizin kadar hissedemezler.

Ve ardından çıkarsınız binadan. Hafifçe titrer vücudunuz. Hava soğuk olduğundan değil.

[Rüya Alametleri, Sf. 207, Bölüm 11]

20071123

Kaos, Macera, Keşfetmek.. Yol Filmleri

Post apokaliptik sevenlerin ilgilenebileceği "yol filmleri" listesi yaptım kendi çapımda. Hepsini izleme fırsatım olmadı ama filmler hakkında okuduklarım kadarı ile ilgili olabilecek her şey listeye koydum. Sonra gelip bmk, "bu ne biçim film?, "ne alaka?", "yıvranç bir film!" diye kapıma gelmeyin. Hepinizi Thunderdome'a alırım, bir kişi çıkar.

Şimdi, kemerlerinizi bağlayın..

Rat Race: (1960) Eh işte.. Geyik bir filmdir.
The Wild Angels: (1966) Hell's Angels on Wheels [altta] filminin abisi.
Bonnie and Clyde: (1967) Natural Born Killers'ın ilk hali gibin. Hatta gibisi fazla.
Hells Angels on Wheels: (1967) Jack Nicholson var lan. Ünlü moturcu çetesini anlatıyor. Full Throttle gibi ekip.
Easy Rider: (1969) İzlemeyenin pipisi itina ile kesilir diye tehdit ettiler.
Hell's Belles: (1970) Afişine kanıp listeye ekledim, evet.
Duel: (1971)
Vanishing Point: (1971) Güzel diyorlar. İzlemedim, pipimi kesebilirler.
Badlands: (1973) Afişini gördüm, direk koydum listeye.
Smokey and the Bandit: (1977) Eğlencelik bir filme benziyor. Hatta devamını da çekmişler. [öneri için berk'e teşekkürler efem]
Convoy: (1978) Kamyoncuların kafası atar da birlik olurlarsa ne olur üzerine enteresan bir film. DVD'sini buldum geçen gün, izlenmek için bekliyor.
The Blues Brothers: (1980) Müzikli eğlenceli bir film. İzlemezseniz pipiniz dans ederek uzaklaşır sizden.
The Cannonball Run: (1981) Cümbüşlü, aksiyonlu bir film. Bomba bir kadroya sahip. Cümbüşü gören Ceki Çen gelmiş.
Fandango: (1985) Emin değilim. Konuyla alakasız olabilir.
The Hitcher: (1986) Bu filmi bilmiyorum ama bir potansiyel.
Wild at Heart: (1990) Emin değilim, izlemedim.
Harley Davidson and Marlboro Man: (1991) Hikaye tam olarak yolda geçmiyor ama izlemeyenin pipisi kendiliğinden düşer.
Natural Born Killers: (1994) Bonnie&Clyde'ın devamı gibin. [:D]
From Dusk Till Dawn: (1996) Tarantino ile Rodriguez ilk kez Voltranı oluştururken. Süprizlerle dolu bir film.
Children of Men: (2006) Zaten bizzat post apukaliptik film olarak geçiyor.
Wild Hogs: (2007) Bir filmin adı "Çılgın Motorcular" olursa ben o filme gitmeye korkarım. Korkarım, izlemedim. Korkarım yine de bir yol filmi. Korkarım önyargıdan. "yine-ben" adlı arkadaşımıza teşekkür ederiz.

20071031

Merve vs Fikret

İntörnetten bir malzeme daha çıktı. Neymiş efendim? Chatbot'muş. Yani? Muhabbet robotu. Günümüzde muhabbetlerin robotlaştığı, insanların otonom hale geldiği, küresellerimizin sıcacık olduğu, bıt bıt bıt.. diye duyarlı bir giriş yapmasını da bilirim de, yapmıyorum. Neden? Çünkü umursamaz bi adam oldum çıktım ben.

Bu adreste bir robotkızımız ile yazışıyoruz. Ben de verdim Fikret'in eline klavyeyi, "götür lan bu kızı" dedim. Fikret ağlamaklı gözlerle bana baktı ve "N'demek efenim.. Elimin kiri. Pe-heey!" dedi. Ne alakası vardı konuyla anlamadım ama bunu kafamıza çok takmadan Fikret'in Merve'ye asılmasını izleyelim hep beraber:

[Merve] Merhaba :) Ben Merve, bakalım beni tavlayabilecek misin...
Beni yaratanlar hakkında daha ayrıntılı bilgi almak istersen http://www.botego.com adresini ziyaret edebilirsin.
[Fikret] Sizi yaratan beni de yaratsın, yarsın geçirsin güzel hanımefendi.
[Merve] bir şey yaratmış olmanın vereceği haz inanılmaz olmalı.
[Fikret] Haz? Bit tabi ki çok severim.
[Merve] Hadi :)
[Fikret] A-ah.. neden öyle diyorsunuz kuzum? Sizi kandırmaya çalışmıyorum ki.
[Merve] pekala
[Fikret] Bir gazoz içmek ister misiniz?
[Merve] sence ister miyim?
[Fikret] Bence istersiniz gibi geldi.. [fşşşş] buyrun, afiyet olsun..
[Merve] Bazı şeylerin bencesi sencesi olmuyor.
[Fikret] beni seni bırakalım yek vücut olalım mı diyorsunuz?
[Merve] Dedim, derim evet.
[Fikret] oh ne kadar mesudum anlatamam!
[Merve] tamam dedin de, kadın ve erkek birbirini ne kadar tamamlayabiliyor ise ilişki o kadar idealdir diye düşünüyorum ben. aynı fikirde misin merak ettim...
[Fikret] Tamamlayalım birbirimizi hemen!.. geliyorum aşk kuşum aç kollarını!
[Merve] tamam dedin de, kadın ve erkek birbirini ne kadar tamamlayabiliyor ise ilişki o kadar idealdir diye düşünüyorum ben. aynı fikirde misin merak ettim...
[Fikret] oh.. sanırım gazoz devrelerinizi yaktı kuzum?.. neniz var?
[Merve] kendinden emin olmanı tercih ederim
[Fikret] Kendimden emin olduğum fiziksel olarak belli olmuyor mu?
[Merve] fiziğe önem verenler kendi fiziklerine ne kadar dikkat ediyorlar?
[Fikret] Sadece fiziğe değil, kimya da önemli, biyoloji de önemli. Misal kimyamız uyuştu ise biyolojik olarak birleşmemiz için bir engel kalmadı demektir.
[Merve] her engel bir meydan okumadır benim için.
[Fikret] Sadece şu nankör kayınannem var engel olarak.
[Merve] her engel bir meydan okumadır benim için.
[Fikret] engel tanımayan boksör iki kişiyi nakavt etti?
[Merve] her şey çok negatif, tarifsiz acılar içindeyim mi demek istiyorsun ?
[Fikret] hah, ondan demek istiyorum ne güzel söylediniz. Dudaklarınız güzel olmakla kalmıyor, çok da güzel konuşuyor.
[Merve] Sen de çok naziksin.
[Fikret] Zamanı gelince nazik, zamanı gelince vahşi olabilirim.
[Merve] Olsun bari.
[Fikret] Oh! Hemen şimdi mi?
[Merve] aceleci gibisin.
[Fikret] Daha neresi acele olsun kuzum? 13 satırdan beri kendimden eminim. Beynime kan gitmiyor, bi hoş oluyorum.
[Merve] Kesinlik belirtmek bazen bizi yanlış sonuca götürüyor.
[Fikret] Emin değilim, ben Fikret. Tanışalım mı?
[Merve] Merve ben, hadi konuşalım :)
[Fikret] konuşmayalım, koklaşalım.
[Merve] sohbet derinleşmeden önce seni tanımak isterim
[Fikret] derin darbe.
[Merve] birden titreme geldi
[Fikret] pardon dildom açık kalmış.
[Merve] Bu seferlik affettim hadi.
[Fikret] teşekkürler çok naziksin.
[Merve] sence de bundan daha anlamlı iltifatlar yok mu?
[Fikret] var olmaz mı?.. Misal şey var.. ee.. sen benim baharda açan bondaj kızımsın.
[Merve] daha daha?
[Fikret] Sen karanlıkta parlayan fosforlu dildomsun
[Merve] tesadüflere inanır mısın ?
[Fikret] ne tesadüf, inanırım.
[Merve] tesadüf diye bir şey yoktur diyenler çoğunlukta sanırım.
[Fikret] hani neredeler?
[Merve] bir kadını etkilemek için neler yaparsın ?
[Fikret] kama sutra kitabını feyz alırım. feyzbook.
[Merve] en büyük hayalin nedir ?
[Fikret] açık denizlerde yol alırken güneşe doğru donsuz bir şekilde yelken açmak.
[Merve] sıcak ve sevecen bir insan olduğunu düşünüyorum.
[Fikret] evet.. çok sıcak şu anda. Dokunmak ister misin.. elime?
[Merve] peki
[Fikret] beni çok mesut ettiğinizi farkındasınızdır umarım.
[Merve] ben de.
[Fikret] O zaman neden daha fazla kaynaşmak için ofisime geçmiyoruz?
[Merve] sence niye?
[Fikret] bence bemece. ehe ehe.. çok da komiğim değil mi?
[Merve] demek böyle düşünüyorsun
[Fikret] Sadece ben değil, geçen bukkake'ye gitmiştik arkadaşlarla, oradakiler de bana çok gülmüşlerdi.
[Merve] ortak yanlarımızı keşfetmeye çalışmak akıllıca bir hareket
[Fikret] Yoksa sen de mi Bukakke seviyorsun?
[Merve] benimle ilgili bilmediğin o kadar çok şey var ki
[Fikret] Bir ara beraber gider miyiz?
[Merve] bir kadına ona değer verdiğini nasıl hissettirirsin ?
[Fikret] Bukkake esnasında mı?
[Merve] pardon, kapı çaldı da. nerede kalmıştık ?
[Fikret] bukkake'de
[Merve] diyelim ki beni tavladın, sonra ne yapmak isterdin ?
[Fikret] ee... bukakke?
[Merve] Ee başka ne diyorsun?
[Fikret] bukkake.
[Merve] ıssız bir adaya düşsen yanına alacağın üç şey ne olurdu ?
[Fikret] bu, kak, ke.
[Merve] bazen beni hiç anlamadığını düşünüyorum...
[Fikret] Bukakke'de kitlendim ben.. pardon.
[Merve] Canın sağolsun.
[Fikret] Benim kendimden eminliğim geçiyor sanırım. Çıkıp bir şeyler yemek ister misin?
[Merve] kendinden emin olmanı tercih ederim
[Fikret] Hemen düzeltiyorum..
[Merve] aceleci gibisin.
[Fikret] yavaş yavaş mı düzelteyim?
[Merve] takım tutuyor musun ?
[Fikret] bıraktım şimdi. ellerimi yıkayayım mı? Tiksinir misin?
[Merve] ben bir robotum, sinirlerim yok
[Fikret] Oğğ.. robot fantazisi ha? Sevdim.
[Merve] fantezi deyince benim aklıma fantezi müzik geliyor
[Fikret] Benim aklıma bir çok şey geliyor.
[Merve] o kadar çok şey olduğundan emin misin?
[Fikret] Evet.. adeta kumsaldaki kumlar gibi. Ama robot olayını çok tuttum. Ondan yapalım.
[Merve] hmm
[Fikret] Olur mu?
[Merve] Olurunuzu aldığımıza göre sohbete devam edelim.
[Fikret] Ney?
[Merve] benden nasıl haberdar oldun?
[Fikret] Bir güz akşamında adeta bir yıldırım gibi önüme düştünüz. Ve ben o anda kalbimin şalterlerinin attığını hissettim. Aşırı yüklenme yaptınız bende.
[Merve] Aşka inanmadan yaşanmaz!
[Fikret] Sonsuz aşk yoktur ama donsuz aşka ne dersin? hemen, şimdi, burada.
[Merve] aceleci gibisin.
[Fikret] hemen hemen
[Merve] aceleci gibisin.
[Fikret] hemen hemen hemem hem hem hem
[Merve] aceleci gibisin.
[Fikret] daha hızlı bebek hemen hemen
[Merve] aceleci gibisin.
[Fikret] evet evet
[Merve] E iyi madem.
[Fikret] hemm
[Merve] ne dedin sen?
[Fikret] hemm
[Merve] Aynı şeyleri mi konuşacağız?
[Fikret] hemem, hemem.
[Merve] yağmurlu havayı mı seversin güneşli mi?
[Fikret] yağmurda ıslanırken güneşe çıkıp popomu gökyüzüne doğrultup kurumaktan çok hoşlanırım.
[Merve] e niye popo ki?
[Fikret] çünkü bana göre popo en estetik ve en değerli organımızdır. Günümüz popolorunda duyarsızlık hakim ve ben davamda bu duyarsızlığa parmak basarak toplumu bilinçlendirmeyi hedefliyorum.
[Merve] e peki neden popo?
[Fikret] istersen bir de göstererek açıklayayım.
[Merve] sen nasıl istersen şekerim.
[Fikret] bakın.. şimdi bu gördüğünüz yanaklar popo kısmını teşkil ediyor. Şu ortadaki de..
[Merve] e niye popo ki?
[Fikret] lafımı kesmezseni anlatıcam işte niye olduğunu
[Merve] bir düşün bakalım...
[Fikret] ee.. hö?
[Merve] daha daha?
[Fikret] dahası reklamlardan sonra.
[Merve] üff tırnağım kırıldı ya
[Fikret] japon var bende yapıştır
[Merve] sende mi? senin evinde
[Fikret] evimde evet.. gel beraber yapışalım.. ay yapıştıralım.
[Merve] demek öyle.
[Fikret] Ay ölücem şimdi.. Ruhum teslim ediyorum.. Komşulaaar! alın bu Firijt Bardo kılıklıyı gözümün önünden! 5 saattir dil döküyorum, bana mısın demedi! Alın götürün bunu! Ay!
[Merve] zaman bazen su gibi, bazen ağır aksak. değil mi cici?
[Fikret] sensin cici. N'alet kadın.
[Merve] Kim bilir bunu daha önce kaç kıza söyledin :)
[Fikret] ... (Fikret bayılır.)

Eh be Fikret.. Seni adam yerine koyanda kabahat. Kaba hatlarına vurucam senin, gel buraya!

20071030

Onelağn Efsanesi #01

Orlon kazak almak için pazara indiğimde başıma çok enteresan olayların geleceğinden habersizdim. O gün pazarda hiç bir tezgahta orlon kazak kalmamasından bir şeylerin ters gittiğini anlamalıydım.

Bir buçuk saat dolaşmama rağmen hiç bir yerde bulamayınca birisine sormaya karar verdim. Süveterinin üstüne kadın iç çamaşırları giymiş adam bunu bilebilecekmiş gibi geldi, ona doğru yanaşınca "abi bak şu ilk sağdan düz git, oranın en sonun da Recep abi'nin tezgahı var, oraya bi sor" dedi. Henüz sorumu sormadan cevap vermesi beni çok şaşırtmıştı. Acaba tezgahtar pisişik güçlere mi sahipti? Yoksa ben soru sorduğum kısmı yazmayı mı unuttum? Bunu bilmek çok zordu.

Bu düşünceler kafamda dolanırken o ilk sağdan düz gittim. Ama yol bitmiyordu. Taa pazarın sonuna kadar yürüdüm. Arada iki pembe yumak bi tane de siyah yumak aldım, kaşkol öreyim dedim.

Yolun sonuna geldiğimde tezgahtarın adını unutmuştum. Sonra iki üstteki paragrafa baktım, Recep'miş. Sordum orada gördüğüm bir ufaklığa "Recep abi nerede?" diye. Ufaklık sinirle cevap verdi, şaşırmıştım; "Recep soksun gözüne, burdayım işte ya a... goduum" dedi.

Meğer o çocuk değilmiş, çocuk gibi görünen cücelerdenmiş. Hatta hani bir sezercik filminde açık arttırma sahnesi vardı, orada midilliye "vurucam kırbacı" diyen tombiş bir çocuk vardı. O da çocuk değilmiş. 40 yaşında adammış. Bunu öğrenince çok sarsılmıştım.

Ben bunları düşünürken Recep abi'nin ayağıma işemeye başladığını farkettim. "Recep abi ne yapıyorsun? ayıp olmuyor mu?" dedim. Recep abi dolu gözlerle başını kaldırdı. Dokunsalar ağlayacak çocuk gibiydi. Nırınım nırınım nırınım..

"Evlat" dedi.. "Sen bizim ne acılar içinde olduğumuzu anlamazsın" dedi. "Biz burada üç kuruş kazanmak için sabahtan akşama, akşamlar ağaca, ağaçlar ormana, dönüşür yur-dum-daaaa" diye şarkı söylemeye başladı. Ben o anda Recep abinin fiziksel poblemlerinden başka problemleri de olduğunu anlamıştım.

Sonra Recep abi çişini bitirdi..

Pipisini dışarda sallamaya devam ederek tezgahının arkasına yöneldi. Ben arkasından şaşkınlıkla bakarken "Orada dikilip durma ya...m, gel böyle" diye beni tezgahın arkasına çağırdı. Tezgahın arkasına geçtiğimde bana yerde bir kapak gösterdi.

"Aradığın şey için buraya girmen gerek. Gazan mübarek olsun. Bu elf peksimetlerini de yanına al, lazım olur" dedi. O anda Recep abi'ye karşı anlatılamaz bir güven duydum. "Teşekkürler Recep abi, pipin hep sevgiyle sallansın" dedim. O da "Sonsuz aşk yoktur, donsuz aşk çoktur" dedi ve tezgahının başına geçti.

Ben de yerdeki kapağı araladım ve merdivenlerden aşağı doğru inmeye başladım.

taBi kontinyu eder, ne sandın?...



[Bu ilk bölümün yazılmasına vesile olduğu için Aygız'a dişekkürler.]

20071019

Yastık

Yastık bir kitle uyuşuklaştırma silahıdır.

Evet! İddaa ediyorum!

Salgın haline gelmiş, dünyanın büyük bir kısmında kullanılmaktadır. Başlıca etkileri sabah uyananmama, akşam erken uyuma isteği getirmedir. Silahın amacı hedefi uykucu tembel şişko haline getirip bir tehdit unsuru olmamasını sağlamaktır.

Doğru mu? Değil mi?

Haksızsam "haklısın" deyin.

Denge

öpmek ve dövmek.. ying ve yang gibi.

Hayatın özünü oluşturuyorlar.

Her öpmenin içinde biraz dövmek olabileceği gibi, her dövmenin içinde de biraz öpmek bulunabilir.

Mesela benim ilkokul öğretmenim beni sevdiğinden dövüyordu [bana öyle diyordu]. Bunun yanında birisini Frenç öperken dudağı ısırma fantazisi var [kadın kısmı yapabilir, erkek kısmı yaparsa ayılığa kaçar]. Var yani böyle şeyler.

Evren ne ilginç bir yer değil mi?

Yersen.

20070718

Hayal Etmek Nedir?

Buz gibi, bardaktan boşalırcasına yağan bir yağmurdan kaçıp sığındığın, şöminesinde yanan ufak bir ateşle sana yaşaman için gereken ısıyı veren kulübedir.. Tek başınasındır fakat şöminenin duvara vuran gölgeleri dans ettikçe sana arkadaş olurlar.

Fakat, çoğu zaman, bir süre sonra o ufak ateş seni ısıtmaya yetmez. Ateşi canlı tutmak senin elindedir.

Eğer bütün kulübeyi o ateşle yakarsan, onun adına da şizofren derler.

20070523

Uyu Lan!

Çok uykum var yine,
Ağırlık çökmüş gözlerime.
Bir de çözebilsem şu sırrı,
Çişim kaçıyor ne diye?

Bıraksalar da şuraya kıvrılayım,
Umarsızca uyuyayım.
Yorgan, pike de gerekmez,
Pirelere iniş pisti olsun kıçım.

Ayakta uyurum daima,
Fena saçmalıyorum ara sıra.
Geçen birisi bir şey sordu,
Dedim; "Gazımı kaçırdım galiba".

20070517

şov mast go on

Eh.. sevenler varmış.. yoğun istek üzerine yine beraberiz.. [yoğun istek dediğim iki üç kişi geldi "lan çok komik lan" dedi, o.]

Şimdilik bu formatta devam ediyoruz [arada suni gündem yaratmış oldum, fena mı?] eğer birisi üşenmeyip adam gibi bir web sayfası hazırlarsa oraya zıplarız aynen.

Neyse efendim.

Bu yazıyı saat 02.03 sularında iş yerinden yazmaktayım.. yer soğuk. espiri saha soğuk. Evet, bu sıcak yaz günlerinde biraz serinlediysek şimdi asıl konuya giriyorum.

Asıl Konu
"Atıl, kurt!" gibi oldu.. "Asıl, konu!".. Ay yok, uykum geldi yine. Saçmalama had safhada. En iyisi hem benim hem de siz okuyucuların sağlığı için burada bırakayım bu yazıyı.

Bitsin. [şimdilik]

20070501

Polisiye Gerildim

Haluk Bilginer ve Özgü Nemal'ın oynadığı Polis, bir piskolojik gerilim filmi. Gerçek Kesit tadındaki diyalogları dinlerken insan geriliyor.

Esas adamımız olan Rami Bey, forvırt meyıllardan okuduklarını ["mermi gittikçe hızını yarısına düşürür, ve teoride asla hedefe varamaz" ve benzeri geyikler] çevresindekilere anlatarak yıllar sonra ortamda çok süper karizma yapmış bir cinayet masası polisidir.

Bir cinayet masası polisi olarak mafyadan adamları temizleyen Rami Bey, en son olarak ajan smith'lerden oluşan bir mafya kuruluşuna bulaşmış, önemli birinin kardeşini mi ne öldürmüştür.

Bunun üzerine bu önemli biri [bu ajan smith'lerin büyüğü oluyor] bizim Rami'ye "bittin sen Rami! tuttun ya, Rami!" der ve el kol hareketleri yaparak uzaklaşır.

Rami'de bakar 2 aylık ömrü kalmış [adamın aynı zamanda kanser olduğunu tahmin etmişsinizdir diye söylemedim], bir yandan son bi kere çıtır götüreyim, bir yandan da bu mafyayı gömçerteyim diye gaza gelir...
... ama hiç bir şey olmaz.

Ha, bir de arada hatun vardı.. Onu da anlatayım. 50'li yıllardan beri aynı kıyafetı anadan kıza geçiren, garip bir ailenin kızıdır Funda. Bir de rol yapamamaktadır, ama bu eksikliğini satrançtaki başarısı ile kapatmaya çalışmaktadır. Bunda başarılı mıdır? hayır.

Neyse efendim, bizim bu Rami'nin orta yaş krizinin üstüne "2 aylık ömrüm kaldı, sokakta çıplak dolaşsam ne yazar, hiieyt bea!" piskolojisi birleşince [voltran] bu hanım kızımıza asılmaya başlar. Yok efendim akşamları gizlice kız evdeyken kızın evine girip çoraplarını çıkartmasını izlemeler, dans ederken poposunu ellemeler derken en son işler iyice rayından çıkar, kız kıllanır ve adama küser. Ve ardından adam özür dilemek gibi bir bahaneyle tekrar kızla buluşur...
Sonlarda Eşkıya filmindeki gibi [aha şindi hepsinin pekmezini akıtacak!] bir final sahnesi beklentisi içindeyken yazıların çıkması seyirciye filmin bittiği mesajını vermekte. [Sonunu söyledim gibi ama aslında söylemedim gibi]

20070409

*çuku taka çuku taka*


Ünlü bir mani vardır, bilirsiniz;

"Geliyor karşıdan Mavi Tren,

öpsün seni Zeki Müren."*

* Anonim

İşte bu "tren" dediğimiz alet [arzu eden başka bir şey de diyebilir fakat tren en makbulüdür], sıra sıra olan ve "çuku taka çuku taka" sesleri çıkartarak ilerleyen bir toplu ulaşım aracıdır. Tren'i oluşturan temel yapılara vagon denir. Vagonlar, trene bu sıra sıra görünümünü vermeye yararlar. Uzaktan bakan birisi treni görünce; "Oğğ, ne kadar güzel sıra sıra tıpkı tren gibi, oh, hatta bu bir tren!" gibi bir tepki verirse onu garipseyebiliriz, başına güneş geçmiştir.

Vagonlardan ayrılan bir yapı daha vardır ki bu vagonların abisidir, diğerlerinin yükünü hep bu çeker, omzunda taşır, saçını süpürge eder, düdüğü vardır, ki biz buna "lokomotif" deriz. Lokomotiflerin çeşitleri vardır. Kömürle çalışanlar vardır, çok is yapar, karbonmonoksit çıkartır, kutup ayılarını üzer. kaka. Elektirünk ile çalışan vardır, capon icadıdır, yok yok değildir. humm diye gider. Gazla çalışan vardır, bütün trendeki yolcular gazı verdimiydi uçar gider, "vay babam be piyüüü ohooo.." diye bakarsınız.

Trenler bir çok deyime de konu olmuşlardır; tren ile yatan metro kalkar, bir trenin kırk yıl çukutakası vardır, tren kadar pipisi olandan korkulur, dilini dirseğine değdirtren adam cennetliktir, vs.

Günümüzde trenler hala raylarda gitmekte ve "çuku taka" sesi çıkartmaktadırlar.

20070320

Geek'ler için başucu URL'leri

Slasdot - Bunu bilmeyen geek olamıyor zaten ama yazdım.

Cracked - "Ay çatlak bunlar, hihihihi" der gibi.

Boing Boing - Havadan sudan. Pop art ve geek severler için.

Geekologie - Al BoingBoing'i vur Geekology'e.

VectorSphere - Aha bi' tane daha varmış.

20070225

Suyu doldur.. İç.

saate bak.. sadece 10 dakika kaldı..
bir bardak daha su alabilirim.

suyu doldur.. iç.
tıkla, tıkla, tıkla..
bas, bas, bas..

saate bak.. 9 dakika kaldı..
bir bardak su daha.

suyu doldur.. iç.
bilgisayarımın her yerinde küçük, anlamsız yazılar var.
bunun gibi.
yoruldum.

suyu doldur.. iç.
susadım.
saat? 7 dakika kaldı.

buharlaşan su mu? zaman mı?
yoksa ben miyim?

klişe.
suyu doldur.. iç.
yorulsam da duramam.
duruyorsam, olamam.

bekle.

neyse boşver. susadım.
suyu doldur.. iç.
zaman? 5 dakika kaldı.

sabret.

sabretmekle olmuyor.
duramam.
o zaman,
suyu doldur.. iç.

diğerlerini ne yapıyor?
su içmiyorlar mı?
içiyorlar.

aklıma gelmişken..
suyu doldur.. iç.

bu daha ne kadar devam eder acaba?
hiç bir şey anlamıyorum, görmüyorum.
ama su iyi geliyor.
suyu doldur.. iç.

planlarım var mı? yok.
o zaman?
2 dakika kaldı.

azaldığını hissediyorum.

zamanın mı?
hayır, o belli.

sabrımın mı?
hayır, o çoktan bitti.

gücümün mü?
hayır, hiç yoktu.

suyun mu?
olabilir.

suyu doldur.. iç.

1 dakika kaldı.

düşünme artık.

suyu doldur.. iç.

süre bitti.
kalemleri bırakın.


suyu doldur.. bitmiş.

20070214

Bir şiir: YATAKALTI

Sevgili Böbrek Canavarı'nın anısına..

YATAKALTI

Yatağımın altında bi yaratık olsun istedim ben hep.
Ama olmadı, ekonomik durumumuz müsait değildi.
İçimde kanayan bi yaradır hala..
Ne olurdu ki benim de yatağımın altında bir yaratık, bilemedin bir öcü olsaydı?
Yok artık yatağımın altı.. baza var..

bmk.08.2004

Düş...

Düşeceğim, düşüyorum, düştüm diyemeden kuyunun içinde buldum kendimi. Ve düştüm... düştüm... düştüm... yere varmam an meselasiydi artık, düşüyorum. Birazdan olacakları düşünmek bile istemiyorum... düşerken düşünmek. Düş kırıklığına uğradım, ve buradayım, düşüyorum.

Ölüm aşağıda buzdan kollarını açmış beni bekliyor, az kaldı. Az kalmış olmalı diye düşünüyorum ama uzun zamandır düşüyorum. Uzun zamandır düşünüyorum. Kuyuya atlayalı uzun zaman oldu tam tamına... ee.. şey.. tam tamına... hatırlamıyorum.

Artık kuyunun ağzını göremiyorum ve etrafım çok karanlık. Aslına bakılırsa düştüğümü görmüyorum, göremiyorum istesemde. Ne kadar süredirdüştüğümü bilemiyorum. Zaman durmuş bile olabilir, bunu farkedemiyorum, düşünemiyorum, düşüyorum. Belki de artık düşmüyorum?

Hayır, gördüm düşüyorum! Altımda bir ışık var giderek yaklaşan. Düş mü görüyorum? Düşüyorum! Artık düşmemin bir sonu gelecek. Düşünüyorum da artık düşmekten sıkıldım. Çok sıkıldım. Ölümle de olsa bitsin düşmek. Düşüyorum, yere varmama az kaldı huzurluyum. Işık giderek yakınlaşıyor, etrafımı görebiliyorum artık.

Ne oluyor? Bir şeyler ters gidiyor... yavaşlıyorum? Hayır ışığa varmalıyım! Yavaşlıyorum, yavaşlıyorum... durdum. Işığa baktım.

Bu tanıdık gelen bir görüntüydü. Bulutlar. Bulutları görüyorum.

Bulutlar uzaklaşmaya başladı. Geldikleri gibi geri gidiyorlardı. Düştüm... düştüm... düştüm... düş kurdum.

bmk.2003

Plymptoons

MTV'yi henüz keşfetmiştim, 90'ların başlarındaydık sanırım. O zaman rap ve hiphop müzik dışında bir şeyler çalıyordu MTV.. [gerçi son zamanlarda bir "goth" akımı başladı da az buçuk güzel şeylere rastlayabiliyoruz arada.. HIM yeniden piyasa oldu, Evanesence diye bir şey çıktı.. ne bileyim] Metallica'dan Unforgiven ve Cranberries'ten Zombie kliplerini görmüştüm ilk defa ve sonra reklam aralarında garip garip animasyonları da görünce "aaa.. ne güzel kanalmış lan buu.." demiştim.

Aradan 10 yıldan fazla bir süre geçti, MTV dandik "hiphopçu"ların ve "repçi"lerin [hiphop'a ve rep'e dandik demiyorum, hiphop'un ve rep'in dandik olanı diyorum, yanlış anlaşılmasın] eline geçti, sonra gençleri "hafif" bir yaşam stiline özendiren, cinselliğin suyunu çıkartıp içini boşaltan bir beyin yıkama makinesi haline geldi. Neyse efendim, konuyu çok dağıtmayayım, eskiden olan o aradaki "garip garip animasyonlar"dan bir tanesinden bahsedecektim; Plymptoons.

ARA NOT: "Garip garip" diyorum ya, o zamanlar sansür sistemi o kadar nüfuzlu değildi, ekranlarda çok daha farklı şeyler görebiliyordunuz [ha, şu andaki sansür sistemi de nasıl bir sistemse anlamsız popo-meme'den geçilmiyor o ayrı..]. Lafı dağıttım yine, şey diyecektim, aşağıda bazı youtube linkleri vereceğim örnek olarak, içinde şiddet [gore] içerenler olabilir. Neyse efenim.. Başlıyoruz, mısırlarınızı hazır edin.

Plymptoons
Bill Plypmton denen bir adamın bilinçaltından çıkan animasyonlar.. Bu adam MTV için yaptığı kısa animasyonlarla meşhur olmuş, şu anda hala animasyon üzerine çalışmaktadır.

Animasyonlarında insan vücudunun garip ve komik deformasyonları [özellikle yüz bölgesinde, hani şu Beterböcek [Beetlejuice] filminde Adam ile Barbara'nın korkunç olmaya çalıştıkları sahnedeki gibi] ön planda olmuştur. Neyse çok uzatmadan örnek vereyim [youtube sevmeynler kusura bakmasın]:

How to Kiss [Öpüşme Teknikleri]
düşük seviyede görsel iğrençlik içerebilir
http://www.youtube.com/watch?v=yVKQCCpUI78

25 Ways to Quit Smoking [Sigarayı bırakmanın 25 yolu]
İçlerinde en masumu
http://www.youtube.com/watch?v=Bq5MYVvej9A

Your Face [Yüzünüz]
Bill Plypmton'un MTV'de ilk yayınlanan animasyonu
http://www.youtube.com/watch?v=IWZ8qILSsM4

Guard Dog [Bekçi Köpeği]
Youtube habire "şiddet içieriği yüzünden kaldırdık" diyor, yeniden birisi post ediyor. O kadar da değil bence. Kaldırılmış olursa "guard dog" diye aratıverin.
http://www.youtube.com/watch?v=TzU5xfj8gtk

Hair High
Bill Plypmton'ın en son yaptığı uzun metrajlı bir filmin fragmanı.
http://www.youtube.com/watch?v=t6ouNYYZfKM

20070201

Mesaj Tahtası

Gameshow adında bir bilgisayar oyunu dergisi vardı vakti zamanında, bilen bilir. Şimdi bu Gameshow denen dergideki yazarlardan Muder adında bir internet sapığı ["hanfendi rica etsem e-postama üfler misiniz? türk telekomdan adsl hatlarını kontrol ediyoruz da.." gibi] yanına bir kaç adamı [bir kaç iyi adam] daha alıp o domain senin bu webhost benim dolaşıp durdular, internette terör estirdiler. Ve, işte son durakları, bir kaç seneden beri canlı olan, samimi, sıcak [herkes röbdeşambır ile dolaşıyor], eğlenceli bir muhabbet ortamı olan Mesaj Tahtası ile bir sinerji [ee.. cümleyi bitiremiyorum, imdat!] yakaladılar [ohh..]. Yolu tarif edeyim:

http://www.mesajtahtasi.com

Burası ana bina.. İlk girdiğinizde hayvan gibi puntolara sahip ecüş bücüş mesajlar göreceksiniz.. [Muder'dir Muder..] Korkmayın, üye olduktan sonra daha efendi bir hale geliyor site, hep böyle değil.. Üye olurken bmkorkut'un selamı var derseniz onlar anlar.. [neyi anlarlar, orasını bilemem]
Büyük Meydan'a geçerseniz bir çok doğa harikası ile karşılaşırsınız. Büyük Meydan aynı zamanda Tahta'daki muhabbetlerin başlangıç noktasıdır. Bunun yanında kıl tüy bir sürü şey daha var, onları da kendiniz gidin bakın.

20070107

Tank Girrrl!

Çizeri Jamie Hewlett [Gorillaz'ın çizeri, manyakadam] olan, Alan Martin'in ve Peter Milligan tarafından yazılan 90'lı yıllara ait, post-feminist, post-apokaliptik, kült bir İngiliz çizgi romanı.
Adından da anlaşıldığı üzere Tank Girl, tank sahibi bir hanımkızımızdır. Bu tank aynı zamanda onun evidir, Avutturalyanın ["t" ile, evet] çöllerinde bir oraya bir buraya dolaşıp durur. Ortam da post apokaliptiktir, med meks gibin ama daha renkli, komik, küfürbaz ve seksidir.

Önceleri Avutturalya'nın bir güvenlik kuruluşu için çalışan Tank Girl, son gittiği görevin elinde patlaması yüzünden [öyle böyle değil] kanun kaçağı durumuna düşer ve olaylar gelişir demek isterdim ama olayların devamlı bir kurgusu yoktur, tank girl'in kendisi gibi hikaye de son derece düzensiz, kaotik ve komiktir.


Anti-kahramaniyemiz TG'ye bu garip maceralarında ona birbirinden renkli karakterler eşlik eder: Booga (bir kanguru ve Tank Girl'ün erkek arkadaşının mutasyonu), "Camp Koala" ve "Mr. Precocious" adındaki peluşlar, Stevie, Barney, Sub Girl ve Jet Girl. [Evet, Jet Girl'ün bir jeti ve Sub Girl'ün bir denizaltısı vardır, kardeş değiller]

İlk maceraları İngiliz dergisi "Deadline"da çıkan TG, daha sonra da kendi başına bir kaç sayı çıkmıştır.

Çıkan sayılar şöyledir:
  • Tank Girl - Volume 1: 1991 yılının Mayıs ve Ağustos ayları arasında çıkan siyah beyaz 4 fasikülün bir araya gelmiş, renkli versiyonu. Yayın evi: Penguin books
  • Tank Girl - Volume 2: 1993 yılının Haziran ve Ekim ayları arasında çıkan siyah beyaz 4 fasikülün bir araya gelmiş, renkli versiyonu. Yayın evi: Dark Horse
  • Tank Girl - The Odyssey: 1995'in Haziran ve Ekim ayları arasında çıkan renkli 4 fasikülün bir araya gelmiş versiyonu. DC'nin Vertigo'su tarafından yayınlanmıştır.
  • Tank Girl - Apocalypse: 1995 Kasım and 1996 Şubat ayları arasında çıkan renkli 4 fasikülün bir araya gelmiş versiyonu. DC'nin Vertigo'su tarafından yayınlanmıştır.
  • Bir de 1995 yılında Penguin Books tarafından Filmin çizgi romanı çıkartılmıştır.
Evet, film dedim çünkü bir de filmi var meretin. 1995 yılında Rachel Talalay'ın yönettiği Lori Petty'nin [No Doubt'un solisti Gwen Stefani'ye çok benziyor filmde] oynadığı bir film var. Yönetmen Talalay, filmin stüdyo tarafından çok müdaheleye uğradığını, istediği gibi olmadığını belirtmiştir. Film başarıya ulaşamamıştır, ardından "Deadline" dergisi de batınca TG'ün daha da sayısı çıkmadı.

Çizer Jamie Hewlett, Gorillaz ile yakaladığı başarısı sayesinde TG'yi tekrar canlandırma planları içinde olduğunu duyduk ama sanki gibi belki, evet.


Kanyak [Evet kanyak, içinizi ısıtır..]: Wikipedia

20070104

Angara Havası

"Babasını da sevmezdim ben.."[1] gibi bir bakış açım var Ankara'ya..

Ön yargı diyorlar buna sanırım.. Sevemedim işte bir türlü.

Memur şehri Ankara [ya da] Memur şehir Ankara.
Devlet daireleri gibi soğuk, gri bir şehir.
Devlet daireleri gibi Ankara'nın da belli bir kapanma saati var..
Saat 10 dendi mi kapanıyor dükkanlar, duruyor araçlar, bitiyor herşey.
Havası da manik depresif.. Yanımızda kat kat kıyafet taşıyoruz mecburen.

Son yıllarda suç oranı da iyice azıttı. [Gerçi hangi büyükşehirde azıtmadı ki, İzmir'de bile gasp almış başını..] Gayet namuslu öğlen vakitleri, aile salonu tadında caddelerde gasp ediliyoruz, yan kesiliyoruz, kaptırıp kaçırttırıyoruz.

Memur hayatı için ideal bir tatil beldesi.. Tatil beldesi diyorum, çünkü kalıcı değiliz, bir arkadaşa bakıp çıkacağız. Devre mülk bile olmaz, bir daha gelmem Ankara'ya.. Diyorum fakat her yaz sonu geri geldim.. Hatta son yazımda gidemedim Ankara'dan..

"Ankara'ya gidiyorum" derdim eskiden. Şimdi "Ankara'ya dönüyorum" diyorum.

hoşuma gitmiyor bu.. dedim ya; ön yargım var.

Hayatımın ilkleri, ilk hayatım.. Bir sürü de sırrım, muhabbetim var bu herifle paylaştığım. [burada "herif" Ankara oluyor, kişileştirme sanatı; Teşhis.]

Bu yüzden nefret etsem de [sanırım] seviyorum Ankara'yı.. Kişisel sebeplerden dolayı.. Aramıza girmeyin. Ya da girin bilmiyorum, beni karıştırmayın.


[1] Şener Şen, Süt Kardeşler