Olivır gazetecide gördüğü sanat dergilerinin kapaklarına hayranlıkla bakıyordu ama yazılanların hiç birini anlamıyordu. “Aşk ve beden deviniminin ruhsal kaosu” Olivır’ın kafasında herhangi bir kıvılcım çaktıramıyordu. Fakat merakına da karşı koyamıyordu. Bir gün parasını biriktirip bu sanat dergilerinden birisini aldı ve bütün gece sabaha kadar okudu, anlamaya çalıştı. Sabaha karşı derginin sayfaları arasında sızmış, salyaları cildin ortasında küçük bir havuz oluşturmuştu.
İşe gitmek için kurduğu alarm tam da Olivır’ın REM uyksunun ortasında çaldı. Derin uykusunun ortasında uyanan Olivır’ın oracıkta bilinçaltını tutan kabuğu çatladı ve bilnçaltı bilinçüstüne aktı. Bir anda algıladığı renk tayfı iki katına çıkan Olivır ne olduğunu anlayamadı. Kafası suya dökülmüş benzin gibi rengarenk dalgalardan oluşan bir yüzey gibiydi.
Elindeki üç beş eşya, oyuncak araba kolleksiyonu, ne varsa sattı, yanına biraz kumanya ve bir çift kürek alıp Avustralya’ya ruhsal bir yolculuğa çıktı. Hayatında aradığı mutluluğu ve aşkı bildiği fiziksel boyutlarda değil, farklı ve gözle görülmeyen, kalple hissedilmeyen boyutlarda aramaya karar verdi.
Önce bir kanguru ile hareketli zıp zıp bir ilişki yaşadı. İlişkilerinin beşinci ayının yetmiş ikinci saatinde çılgın bir hıçkırma nöbeti sırasında onu bir okaliptüs ağacı ile aldattı. Bu olaydan sonra bunalıma giren Oliver, ekmek bıçağı ile hayata altı yerinden küstü. Taa ki üç yıl sonra bir buharlı trenle huzuru bulana kadar. Şimdi Oliver küçük lokomotifleri ile yaşadığı, pembe mantarlı sıcak bir yuva kurdu kendine. Arada ekmek arası mektup yazıp yollayın, çok mutlu oluyor.
- SON -