Hani çocukken komiklik şaka olsun diye "Anonimus teyze sarkan memelerini soğukta atkı gibi boyunlarına mı doluyor acaba? Ahohohehe hiihihihi!", "Belki de beline doluyordur? Mıhahahaha" tarzı espiriler yapardık ya, işte onları bir japon duymuş gitmiş yapmış. Biraz ufağını.
Daha farklı ürünler de var o zaman zencili, onları da yapın. Evet, size sesleniyorum japon üreticiler. Belimize dolayacaz kuşak olarak, hadi.
[Hava geçiren kapı altlarına da konabilir]
20081231
20081230
Groagh
Oha nasıl olmuş da farketmemişim?
[Sanki herşeyden çok haberdarım da]
çok lezzetli.
Bu da yanında eşantiyon olsun:
www.canavarlar.com
[Sanki herşeyden çok haberdarım da]
çok lezzetli.
Bu da yanında eşantiyon olsun:
www.canavarlar.com
20081219
Lezzetli Bloglar
Bir Emre Özbay şeysi
http://dejenerator.tumblr.com/
Uykusuz dergi şeysi
http://www.uykusuzdergi.com/
Patates Gibisin. Sayın Ecif Beyni'den geliyor.
http://ecifbeyni.blogspot.com/
http://dejenerator.tumblr.com/
Uykusuz dergi şeysi
http://www.uykusuzdergi.com/
Patates Gibisin. Sayın Ecif Beyni'den geliyor.
http://ecifbeyni.blogspot.com/
20081124
Şov devam ediyor
Nedense çok net bir anım olarak kalmıştır..
91 senesi, Freddie Mercury'nin öldüğü gün ya da ertesi. Haftasonu bir sabah, ben daha 8 yaşında sümüklü bir velet, annem de bir hafta sonra kardeşimi doğuracak, evde oturuyoruz.
Annem misafir odasını açığ [evet, normalde girilmeyen misafir odalarından] oradaki müzik setine "Innuendo" kasedini koydu. "Bak Freddie Mercury bu... Bugün vefat etmiş." dedi.
Albümü dinlemeye başladık. Ben müzik setinin önünde oturuyorum.
Sonra "Show Must Go On" başladı. Annem sözleri bana anlatınca "Vay be" dedim "adamın ölecem diye yaptığı şarkıya bak". Çocukken insan biraz sığ olabiliyor.
O günden beri ne zaman o şarkıyı duysam o an tekrar gözümde canlanır.
Aradan 17 yıl geçmiş. Müzik setimizden uzaktayım ama bilgisayarımda "Innuendo" çalmakta.
91 senesi, Freddie Mercury'nin öldüğü gün ya da ertesi. Haftasonu bir sabah, ben daha 8 yaşında sümüklü bir velet, annem de bir hafta sonra kardeşimi doğuracak, evde oturuyoruz.
Annem misafir odasını açığ [evet, normalde girilmeyen misafir odalarından] oradaki müzik setine "Innuendo" kasedini koydu. "Bak Freddie Mercury bu... Bugün vefat etmiş." dedi.
Albümü dinlemeye başladık. Ben müzik setinin önünde oturuyorum.
Sonra "Show Must Go On" başladı. Annem sözleri bana anlatınca "Vay be" dedim "adamın ölecem diye yaptığı şarkıya bak". Çocukken insan biraz sığ olabiliyor.
O günden beri ne zaman o şarkıyı duysam o an tekrar gözümde canlanır.
Aradan 17 yıl geçmiş. Müzik setimizden uzaktayım ama bilgisayarımda "Innuendo" çalmakta.
20081113
Fotonlarınız kuşağımı süsleyecek!
Sayntoloji bok yemiş yanında.. Yaşasın Foton Kuşağı!
"Yüksek enerjili fotonlardan oluşan büyük bir kuşak. 2012 yılında güneş sistemimiz tüm gezegenleri ile birlikte bu kuşağa girdiğinde dünyamızın ozon deliği onarılacak ve tüm yaşam 3. boyuttan 5. boyuta geçecek. İnsanların 2 sarmallı DNA'ları ikişerli olarak biraraya gelip 12 sarmallı bir DNA'ya sahip olacaklar. Bu olay sırasında tüm insanların chakra'ları açılacak ve duyuları ve algılamaları artacak. Herkes birbirinin düşüncesini okuyabilecek."
Hizmette sinir yoktur diyip, sizin için geleceğe gidip olay anını görüntüledik:
Yıl 2012. Bir grup insan bir tepede toplanmıştır. Çiçek çocuklar misali şen şakrak eğlenmektedirler. Kimisi dans etmekte, kimisi tamamen çıplak, bir çoğu sebişmekte ve hepsi birden yaklaşan foton kuşağı adına ilahiler söylemektedirler.
"hoşgeldiin..
bizleree..
getirdiiin..
beşinci boyutuu..
oniki..
sarmallaaaa..
olacağız..
süpermeeen..
hoşgeldiiin..
bizleree..
fotooğğn..
kuşağı..
hepberabeer..
serinleee..
bir olacak..
bu bünyee..
lay lay laaaay..
ley ley leeeeğ.."
Derken bir anda foton kuşağı Güneş Sistemi'ne giriş yapar ve Güneş'le Dünya'nın arasına girerek havanın kararmasına sebep olur. Topluluk iyice coşar ve ilahinin şiddeti artar.
"lay lay heey..
işte geldiiğğ...
fotonlaaağrr..
marduk da..
kimmiş be..
birleşelim..
tamamen..
fiziksel..
ve zihinsell..
trall la laağ..
hey hey heeey.."
Ve sonunda foton kuşağı Dünya atmosferine yaklaşır.. insanların yüzleri yavaş yavaş yanmaya başlar.. İlk başta bir panik dalgası tüm insanların tüylerini diken diken eder. Sadece bir kişi ağzını açabilmiştir.
"hassik.."
O da lafını tamamlayamadan bütün dünya ile birlikte atomlarına ayrılır. Güneş sistemimizden geriye sadece bir gaz ve toz bulutu ve uzayda uçuşan çiçek desenli bir Volkswagen kalmıştır.
"Yüksek enerjili fotonlardan oluşan büyük bir kuşak. 2012 yılında güneş sistemimiz tüm gezegenleri ile birlikte bu kuşağa girdiğinde dünyamızın ozon deliği onarılacak ve tüm yaşam 3. boyuttan 5. boyuta geçecek. İnsanların 2 sarmallı DNA'ları ikişerli olarak biraraya gelip 12 sarmallı bir DNA'ya sahip olacaklar. Bu olay sırasında tüm insanların chakra'ları açılacak ve duyuları ve algılamaları artacak. Herkes birbirinin düşüncesini okuyabilecek."
Hizmette sinir yoktur diyip, sizin için geleceğe gidip olay anını görüntüledik:
Yıl 2012. Bir grup insan bir tepede toplanmıştır. Çiçek çocuklar misali şen şakrak eğlenmektedirler. Kimisi dans etmekte, kimisi tamamen çıplak, bir çoğu sebişmekte ve hepsi birden yaklaşan foton kuşağı adına ilahiler söylemektedirler.
"hoşgeldiin..
bizleree..
getirdiiin..
beşinci boyutuu..
oniki..
sarmallaaaa..
olacağız..
süpermeeen..
hoşgeldiiin..
bizleree..
fotooğğn..
kuşağı..
hepberabeer..
serinleee..
bir olacak..
bu bünyee..
lay lay laaaay..
ley ley leeeeğ.."
Derken bir anda foton kuşağı Güneş Sistemi'ne giriş yapar ve Güneş'le Dünya'nın arasına girerek havanın kararmasına sebep olur. Topluluk iyice coşar ve ilahinin şiddeti artar.
"lay lay heey..
işte geldiiğğ...
fotonlaaağrr..
marduk da..
kimmiş be..
birleşelim..
tamamen..
fiziksel..
ve zihinsell..
trall la laağ..
hey hey heeey.."
Ve sonunda foton kuşağı Dünya atmosferine yaklaşır.. insanların yüzleri yavaş yavaş yanmaya başlar.. İlk başta bir panik dalgası tüm insanların tüylerini diken diken eder. Sadece bir kişi ağzını açabilmiştir.
"hassik.."
O da lafını tamamlayamadan bütün dünya ile birlikte atomlarına ayrılır. Güneş sistemimizden geriye sadece bir gaz ve toz bulutu ve uzayda uçuşan çiçek desenli bir Volkswagen kalmıştır.
20080903
Dünya'dan bildiriyorum
Ahoy!
Öyle sağda solda birikmiş bir kaç şey var onları aktarayım. Aslında çok işim var da, kaçamak yapıyorum. Memenizin değerini bilin [bu ilgisiz oldu].
Geçen hafta kıçımı devirip yatmak, geniş omuzlarımın bakımını yaptırmak ve yüzmek için tatile, Kuşadası'na gitmiştim. Tatilden önce de İzmir'deki aileme bir iki gün uğrayayım dedim.
Öylesine konuşurken ben midemin iki üç senedir ota boka yandığını azğımdan kaçırınca anam beni hastaneye götürdü. Sen misin bu saate kadar bekleyen.
Annemin arkadaşı olan doktor hanım "gel bakayım, vereyim şu boruyu boğazından aşağıya da aklın başına gelsin" dedi. Sonra bir de baktım ucunda LED olan bir boru ile üstüme doğru gelmekte. Bir de önceden içirdikleri limonatada ilaç varmış, direnemedim.
Lafta 3 dakika süren bir olaymış bu endoskopi denen şey. O süre içinde insan kendini kasmaktan [reflekse karşı koymaya çalışmak, midenin bulanması, kendini sıkmaktan gözünden, burnundan, ağzından, kulağından yaş gelmesi] ağzım burnum kaydı. Yüzümdeki kılcal damarlar belirdi, bafik dı vempayr sleyır sezon sonu yaratığı gibi oldum [omuzlar da geniş olunca ayrı bir korkunç, düşünün artık]
Ben tahammülümün sınırlarındaydım, nefes almam garipleşti ki, doktor hanım şöyle bir şey dedi "tamam, bitiyor onikiparmak bağırsağındayım" [bu noktada endoskopide ağızdan girildiğini belirtmek isterim, bilmeyen varsa]. Höh dedim, oraya kadar niye indiniz.. tabi içimden dedim bunu, ağzım dolu çünkü. Neyse sonra bitti işlemler, rahat bir nefes aldım, yutkunmayı engelleyen ilacın etkisi geçti rahatladım.
Hayır, biraz önce cenin gibi kıvrılan ben değilmişim gibi muayene odasından çıktım hala muziplik peşindeyim. Benim çıktığımı gören sırada bekleyen genç bir hatun vardı. Sordu; "Nasıl geçti? Zor oluyor mu? Acıtıyor mu?" diye. Bende dayak yemiş Raki Ballıboğa gibi kayık bir surat, terlemişim zibil gibi, şöyle bir cevap vermişim: "Yok, gayet kolay bir şeymiş, kendinizi rahat bırakırsanız hiç bir şey olmuyor". Yalana gel. Acı yok ama bünye kaymış, lavaboya nasıl gittim onu bilmiyorum.
Hayır, bir de görüntüden anlaşılıyor zaten ne girmiş ne çıkmış. "ağzımdan gözümden yaşlar akmış, kılcallarım pötibör olmuş, daha neyini soruyorsun acıdı mı diye? Acıdı tabe lan." anlamında bir tepkiydi.
Bir VCD verdiler.. çekilen görüntülerin olduğu. Bir ara izleyeyim, çok merak ederseniz size bir kuple gösteririm midemi.
Neyse sonuç olarak önemli bir şey yokmuş, yara varmış midemde ama temizmiş. iki haftalık ilaç ve üç ay uymam gereken diyet verdiler. Şimdi rahatım.
Olası sebepler; düzensiz uyku, düzensiz yemek, stres, alkol, yağlı yeme, katı şeyler yeme (cips, kraker, kraken), karın ve bel kaslarını zorlama (kama sutra vs.).. ve ben bu listeyi tamamlıyordum geçtiğimiz 6-7 sene içinde.
Bir de endoskopi için sıra beklerken arada da düşmüş dolgumu tamir ettiler, o arada kaynadı. Anestezi de istemedim akşam yola çıkıyorum diye. Aferin di mi?
Tatilden döndüm şimdi de projemizin hedef tarihi var bu cumaya, onu yetiştirmeye uğraşıyorum. [Neden proje bitimine iki hafta kala tatile çıktım o ayrı bir muamma]. Projemiz maykrosoft için yaptığımız bir web sitesi. Çocukları İnternet hakkında bilgilendirmeyi amaçlayan, çizgi filmli, oyunlu bir site.
Nedense çok dandik bir şey oldu, benim pek içime sinmedi.
Neyse efenim. ben işime döneyim. Cuma akşamına kadar bir sürü iş var.
öpüldünüz alınlarınızdan.
Öyle sağda solda birikmiş bir kaç şey var onları aktarayım. Aslında çok işim var da, kaçamak yapıyorum. Memenizin değerini bilin [bu ilgisiz oldu].
Geçen hafta kıçımı devirip yatmak, geniş omuzlarımın bakımını yaptırmak ve yüzmek için tatile, Kuşadası'na gitmiştim. Tatilden önce de İzmir'deki aileme bir iki gün uğrayayım dedim.
Öylesine konuşurken ben midemin iki üç senedir ota boka yandığını azğımdan kaçırınca anam beni hastaneye götürdü. Sen misin bu saate kadar bekleyen.
Annemin arkadaşı olan doktor hanım "gel bakayım, vereyim şu boruyu boğazından aşağıya da aklın başına gelsin" dedi. Sonra bir de baktım ucunda LED olan bir boru ile üstüme doğru gelmekte. Bir de önceden içirdikleri limonatada ilaç varmış, direnemedim.
Lafta 3 dakika süren bir olaymış bu endoskopi denen şey. O süre içinde insan kendini kasmaktan [reflekse karşı koymaya çalışmak, midenin bulanması, kendini sıkmaktan gözünden, burnundan, ağzından, kulağından yaş gelmesi] ağzım burnum kaydı. Yüzümdeki kılcal damarlar belirdi, bafik dı vempayr sleyır sezon sonu yaratığı gibi oldum [omuzlar da geniş olunca ayrı bir korkunç, düşünün artık]
Ben tahammülümün sınırlarındaydım, nefes almam garipleşti ki, doktor hanım şöyle bir şey dedi "tamam, bitiyor onikiparmak bağırsağındayım" [bu noktada endoskopide ağızdan girildiğini belirtmek isterim, bilmeyen varsa]. Höh dedim, oraya kadar niye indiniz.. tabi içimden dedim bunu, ağzım dolu çünkü. Neyse sonra bitti işlemler, rahat bir nefes aldım, yutkunmayı engelleyen ilacın etkisi geçti rahatladım.
Hayır, biraz önce cenin gibi kıvrılan ben değilmişim gibi muayene odasından çıktım hala muziplik peşindeyim. Benim çıktığımı gören sırada bekleyen genç bir hatun vardı. Sordu; "Nasıl geçti? Zor oluyor mu? Acıtıyor mu?" diye. Bende dayak yemiş Raki Ballıboğa gibi kayık bir surat, terlemişim zibil gibi, şöyle bir cevap vermişim: "Yok, gayet kolay bir şeymiş, kendinizi rahat bırakırsanız hiç bir şey olmuyor". Yalana gel. Acı yok ama bünye kaymış, lavaboya nasıl gittim onu bilmiyorum.
Hayır, bir de görüntüden anlaşılıyor zaten ne girmiş ne çıkmış. "ağzımdan gözümden yaşlar akmış, kılcallarım pötibör olmuş, daha neyini soruyorsun acıdı mı diye? Acıdı tabe lan." anlamında bir tepkiydi.
Bir VCD verdiler.. çekilen görüntülerin olduğu. Bir ara izleyeyim, çok merak ederseniz size bir kuple gösteririm midemi.
Neyse sonuç olarak önemli bir şey yokmuş, yara varmış midemde ama temizmiş. iki haftalık ilaç ve üç ay uymam gereken diyet verdiler. Şimdi rahatım.
Olası sebepler; düzensiz uyku, düzensiz yemek, stres, alkol, yağlı yeme, katı şeyler yeme (cips, kraker, kraken), karın ve bel kaslarını zorlama (kama sutra vs.).. ve ben bu listeyi tamamlıyordum geçtiğimiz 6-7 sene içinde.
Bir de endoskopi için sıra beklerken arada da düşmüş dolgumu tamir ettiler, o arada kaynadı. Anestezi de istemedim akşam yola çıkıyorum diye. Aferin di mi?
Tatilden döndüm şimdi de projemizin hedef tarihi var bu cumaya, onu yetiştirmeye uğraşıyorum. [Neden proje bitimine iki hafta kala tatile çıktım o ayrı bir muamma]. Projemiz maykrosoft için yaptığımız bir web sitesi. Çocukları İnternet hakkında bilgilendirmeyi amaçlayan, çizgi filmli, oyunlu bir site.
Nedense çok dandik bir şey oldu, benim pek içime sinmedi.
Neyse efenim. ben işime döneyim. Cuma akşamına kadar bir sürü iş var.
öpüldünüz alınlarınızdan.
Yerli malı post apokaliptik..
Kanalları zaplatırken denk geldi, popoler kültürün sevilen şarkıcısı Bengü bir klip yapmış. Bildiğin post apokaliptik popo meme klibi. Sesini kapatıp izledim. Gönül isterdi ki arabayı daha çok görelim klipte ama genelde hanım kızımızın basen ve mamelleri sahneyi kapatıyor.
Araba sanırım Pontiac GTO. Arabaya modifikasyon olarak hoparlör takmışlar tepesine, hatun geçimini pattis ve sovan satarak sağlıyor sanırım. Üzerindeki kir ve pas bazı yerlerde yapmacık durmuş. Klibin sonundaki roketle adamı uçurma sahnesi de Tank Girl misali olmuş. Hatunun yılanderisi mayokinisi ve kovboy aksesuarlarından oluşan kıyafeti de alakaya maydonoz olmuş ama olsun bakalım. [her tozluyu post apokaliptik mi sandınız?]
izledik, devamını bekliyoruz. Taştan olsun, post apokaliptik olsun. "Taş" derken demek istediğim.. eööhm.. neyse.
Araba sanırım Pontiac GTO. Arabaya modifikasyon olarak hoparlör takmışlar tepesine, hatun geçimini pattis ve sovan satarak sağlıyor sanırım. Üzerindeki kir ve pas bazı yerlerde yapmacık durmuş. Klibin sonundaki roketle adamı uçurma sahnesi de Tank Girl misali olmuş. Hatunun yılanderisi mayokinisi ve kovboy aksesuarlarından oluşan kıyafeti de alakaya maydonoz olmuş ama olsun bakalım. [her tozluyu post apokaliptik mi sandınız?]
izledik, devamını bekliyoruz. Taştan olsun, post apokaliptik olsun. "Taş" derken demek istediğim.. eööhm.. neyse.
20080820
Sezyum.cum
Sezyum, severek izliyoruz.
blogspotçu olmuş:
http://sezyumcom.blogspot.com
eskiden de şöyleydi:
http://www.sezyum.com
not 1: meme çıkabilir.
not 2: sezyum.com'dan tırtıkladığım banner'i blogspot cücük kadar yapıyor. Orjinal parça için gidin yerinde görün, gözlerinize yazık.
blogspotçu olmuş:
http://sezyumcom.blogspot.com
eskiden de şöyleydi:
http://www.sezyum.com
not 1: meme çıkabilir.
not 2: sezyum.com'dan tırtıkladığım banner'i blogspot cücük kadar yapıyor. Orjinal parça için gidin yerinde görün, gözlerinize yazık.
20080623
Death Race (2008)
Kaportamdaki minigun..
Carmageddon'a büyük oranda ilham veren tee eski Death Race 2000 filminin yeni bir versiyonu bu sene vizyona giriyor. Yeni filmin adı "Death Race".
Filmin baş rolünde Transporter serisinden hatırlayacağımız Jason Statham var. Eh, bunu söyledikten sonra filmin nasıl bir şey olacağını az çok tahmin etmişsinizdir; bol patlamalı, çok adam öldürmeli, araba devirmeli aksiyon. Bir de hoş bayanlar var tabi.
Hikaye:
Filmin hikayesi klişelerden oluşuyor ama dert mi? değil. önemli olan: "post apokaliptik ekşın iz in da town".
Jensen adındaki esas oğlanımız karısı öldürdüğü iddiası ile hapse düşer. Tabii bu bir komplodur. Fakat esas oğlanımız istifini bozmaz ve paşa paşa hapse girer. Yakın gelecekte geçen bu hikayede dünyanın en popüle sporu da hapishanelerde düzenlenen ölüm yarışlarıdır. Bizim eleman da isteği dışında bir şekilde bu olaya sürüklenir ve bu çarpık düzenin cenital bölgesine tekmeyi basmak için yola koyulur.
Nedir Olayı?
Tabii ki post apokaliptik arabalar ve bu arabaların bir birine girdiği -bence- muhteşem aksiyon sahneleri. Daha ne olsun? HA? DAHA NE OLSUUĞĞNNN?
Trailer:
http://video.yahoo.com/watch/2895485/8306623
IMDB:
http://www.imdb.com/title/tt0452608/
Carmageddon'a büyük oranda ilham veren tee eski Death Race 2000 filminin yeni bir versiyonu bu sene vizyona giriyor. Yeni filmin adı "Death Race".
Filmin baş rolünde Transporter serisinden hatırlayacağımız Jason Statham var. Eh, bunu söyledikten sonra filmin nasıl bir şey olacağını az çok tahmin etmişsinizdir; bol patlamalı, çok adam öldürmeli, araba devirmeli aksiyon. Bir de hoş bayanlar var tabi.
anne bak kafam fotoşop olduee!
Hikaye:
Filmin hikayesi klişelerden oluşuyor ama dert mi? değil. önemli olan: "post apokaliptik ekşın iz in da town".
Jensen adındaki esas oğlanımız karısı öldürdüğü iddiası ile hapse düşer. Tabii bu bir komplodur. Fakat esas oğlanımız istifini bozmaz ve paşa paşa hapse girer. Yakın gelecekte geçen bu hikayede dünyanın en popüle sporu da hapishanelerde düzenlenen ölüm yarışlarıdır. Bizim eleman da isteği dışında bir şekilde bu olaya sürüklenir ve bu çarpık düzenin cenital bölgesine tekmeyi basmak için yola koyulur.
Nedir Olayı?
Tabii ki post apokaliptik arabalar ve bu arabaların bir birine girdiği -bence- muhteşem aksiyon sahneleri. Daha ne olsun? HA? DAHA NE OLSUUĞĞNNN?
aha budur olayı.. Mustang.. Yirim.
Trailer:
http://video.yahoo.com/watch/2895485/8306623
IMDB:
http://www.imdb.com/title/tt0452608/
20080321
10.000 minyon baloncuk...
Yeni bir film ve yeni bir inceleme ile karşınızdayım efendim. Bu hafta sizlerle birlikte "Millatan Önce 10.000 Fırça Darbesi" adlı filme göz atacağız.
[Dikkat, bu yazı çeşitli "katil uşak" tarzı gazını kaçırmalar, adült sahneler içerebilir]
Fakat filme asla gitmeyeceğiniz için, tv'de oynasa bile izlemeyeceğiniz için okuyabilirsiniz.
Bundan çok çok zaman önce, çok uzak bir dağın başında Dudududugiller adında bir kabile yaşarmış. "Heyiii-hoo heyi-yooo" şeklinde dans ederek eğleşirlermiş. Kabilenin ileri gelenlerinden bir üyesi ile ileri-geri giden, tutarsız başka bir üyesi ile aralarında şöyle bir konuşma geçer:
"Ulan ne tırt kabileyiz be abi.. yıllar geçti bir seçilmiş kişimiz çıkmadı.. Bizim neyimiz eksik be abi? he be abi?"
"Evladım sabırsızlanma, film daha yeni başladı. Elbet çıkacak birazdan."
"Ne bileyim abi, inancımı kaybetmek üzereyim, kendimi sorgulamya başladım, oha felan oldum"
Netekim, filmin daha 15. dakikasında bir kehanet, bir işaret, bir seçilmiş kişi çıkar bile. Direk aksiyona girelim diye bu kısımda seyirciyi kasmamışlar. Fakat seçilmiş kişi dediğimiz yine başka bir klişe ile şans eseri seçilmiştir. Yani bir diğer şekilde "sıçılmış kişi" diyebiliriz adına. Hatta diğer arkadaşları "Şans sıçıyor pevenemk" şeklinde de baktılar bir ara. İşaret dediğimiz de kabilenin ormanda bulduğu mavi gözlü bir kız çocuğu. Tabii ki seçilmiş eleman buna aşık oluyor, söylememe gerek var mıydı?
Neyse efenim, kehanet dedik, dört ayaklı iblisler gelecekmiş, bu Dudududugillerin kökünü kurutacakmış, bir savaşçı çıkacakmış, mavi gözlü kızı dağa kaçırıp soyu devam ettirecekmiş. Olay bu. Tahmin edeceğiniz gibi dört ayaklı iblis dedikleri atlı adamlar, üç ayaklı deseydi daha korkutucu olurdu bence, düşünsenize köyünüzü zenciler basıyor, abou.. Kökünü kurutma olayını da pek yakalayamadım, köyün bir kısmını kaçırıp gittiler, kalanları bana versen iki köy daha çıkartırım sana, ne kök kuruması? Bıragallasen.
Neyse efenim, tahmin ettiğiniz gibi esas kız bu baskında kaçırılır, esas oğlan peşine düşer. Ve artık burada klişelerle bezeli amansız maceramız başlar. Filmde de dediği gibi "Sonun başlangıcının ortası başlamıştır, go go go." İlk klişe olarak kız oğlanın ona hedaye ettiği kolyeden parçalar bırakara iz bırakır [hansel? ekmekleri yere atma evladım, günah].
Sonrasında ki bir klişe esas oğlanımız etçil, abzıman, uzun dişli, vahşi, yırtarcasına bir hayvanı düştüğü bir çukurdan çıkartarak hayatını kurtarır, bu abzıman hayvan da onu oracıkta yemez [bak sen] hatta utanmadan filmin ilerleyen bir sahnesin hayatını kurtarır. Bu ne abicim? Bi tane çizburger gelecek, benim hayatımı kurtaracak, ben de sonra oturup onu afiyetle yemicem? Yav, git!
Buradan başka bir klişeye atlıyoruz. Bizim oğlanın kızı kurtarmak için çölü aşması gerekmektedir. Çölün yanı başında ikamet eden dostçul bir kabilenin çok bilmişleri:
"hocam çölden gidilmez ya, bırak yaa.. her yer kum, her yer aynı.. bir girsek gözümüz başımız döner, önümüzü bilemeyiz, yuvarlak çizeriz, bırak kim gidecek şimdi oraya.. sıcaktır hem.. çişim var."
diyerek üşenirler. Olay çölde yön bulunamayacağıdır. Ve çözüm de tabii ki filmin başından beri gözümüze gözümüze sokulan, esas oğlan ile esas kızın arasında geçen kutup yıldızı muhabbettindedir:
oğlan: "hayatım bak şurada parlak bi yıldız var, heb sabit.. benim pipim de her zaman sabit, dokunmak ister misin?"
kız: "ay bilmem ki.. kikiki.."
Seyirciden beş dakika sonra oğlana da dank eder ve çölde yıldıza bakarak, yani çükünün doğrultusunda ilerleyerek, yolunu bulur. Hatta direk kötü adamların piramitine çıkar yol. Koca dünyada her yerleşke bir çizgi üzerinde zaten. Yürüdükçe geliyor.
Kötü adamlar dediğimiz alternatif Mısırlı ve Atlantisli kırmaları. Piramit inşaatında çalıştırmak için amale topluyorlarmış meğer.
Bizim esas oğlan şantiyeye girer, amale kılığına girip şantiyeye sızmak ister ama yanlışlıkla Amelié kılığına girer. ve ne yazık ki orada çalışan bir amale olan genç İbrahim onu farkeder, bıyık burar. Bundan gerisi Belbüken Dağı, anlatamıycam. Bi saniye, ben o kısımda uyuduğum için öyle oldu sanırım, olaylar daha farklıydı bu kısımda, neyse.
Neyse efenim, bi şekilde saçma sapan bir isyan başlatır, savaş, kargaşa, komiklik, şakalar derken tabii ki bizim elaman döver herkesi. Sonra esas kız ile tam kavuşacakken yan kötü adamlardan birisi "sana yar etmem onuğğ!! hıaark!" diye kızı öldürür. Bu film klişesi yüzünden adamın 10 metre çapındaki herkes fenalık geçirir.
Fakat, Holivut böyle bir sona izin veremez, herkes hapili livt teraftır olmalıdır! [halk mutlu son ister gibi bir önyargı]
Teee anasının düğünündeki köylerinden köyün deli anası uydudan ruhunu kıza yönlendirir ve kendi hayatını kıza verir. Kız ölmez, yaşlı kadın ölür yani. Şimdi benim bu noktada bir teorim var. Bilimum fantastik filmde bir insanın ruhu başka bir bedene geçerse o insanın kişiliği de geçer, karşıdakine hayat vermez. Şimdi bu bağlamda aslında ölümden dönen esas kızımız değil de kızın bedenine yerleşen yaşlı teyzemiz olmuş olmuyor mu? Eleman bunu farketmiyor, teyzemiz de "oh ne güzel 120 yaşımdan sonra kukum bayram edecek, oğlan da pek yakışıklıymış" şeklinde olayı bozmadan devam mı ediyor nedir? Seçilmiş kişi, sana sesleniyorum!! o kız senin kız mı, bak bakalım!
Neyse, her türlü spoylırı ve hatta filmde olmayan ayrıntıları da anlattığıma göre bu haftaki incelememizi bir dörtlük ile sonlandırabiliriz:
Yüce dağlar karlarla kaplı,
Kemiktendir mızrağımın sapı,
Mısrılı arkadaşım artislik yapma,
Burnundan alırım senin havanı.
yea.
[Dikkat, bu yazı çeşitli "katil uşak" tarzı gazını kaçırmalar, adült sahneler içerebilir]
Fakat filme asla gitmeyeceğiniz için, tv'de oynasa bile izlemeyeceğiniz için okuyabilirsiniz.
Bundan çok çok zaman önce, çok uzak bir dağın başında Dudududugiller adında bir kabile yaşarmış. "Heyiii-hoo heyi-yooo" şeklinde dans ederek eğleşirlermiş. Kabilenin ileri gelenlerinden bir üyesi ile ileri-geri giden, tutarsız başka bir üyesi ile aralarında şöyle bir konuşma geçer:
"Ulan ne tırt kabileyiz be abi.. yıllar geçti bir seçilmiş kişimiz çıkmadı.. Bizim neyimiz eksik be abi? he be abi?"
"Evladım sabırsızlanma, film daha yeni başladı. Elbet çıkacak birazdan."
"Ne bileyim abi, inancımı kaybetmek üzereyim, kendimi sorgulamya başladım, oha felan oldum"
Netekim, filmin daha 15. dakikasında bir kehanet, bir işaret, bir seçilmiş kişi çıkar bile. Direk aksiyona girelim diye bu kısımda seyirciyi kasmamışlar. Fakat seçilmiş kişi dediğimiz yine başka bir klişe ile şans eseri seçilmiştir. Yani bir diğer şekilde "sıçılmış kişi" diyebiliriz adına. Hatta diğer arkadaşları "Şans sıçıyor pevenemk" şeklinde de baktılar bir ara. İşaret dediğimiz de kabilenin ormanda bulduğu mavi gözlü bir kız çocuğu. Tabii ki seçilmiş eleman buna aşık oluyor, söylememe gerek var mıydı?
Neyse efenim, kehanet dedik, dört ayaklı iblisler gelecekmiş, bu Dudududugillerin kökünü kurutacakmış, bir savaşçı çıkacakmış, mavi gözlü kızı dağa kaçırıp soyu devam ettirecekmiş. Olay bu. Tahmin edeceğiniz gibi dört ayaklı iblis dedikleri atlı adamlar, üç ayaklı deseydi daha korkutucu olurdu bence, düşünsenize köyünüzü zenciler basıyor, abou.. Kökünü kurutma olayını da pek yakalayamadım, köyün bir kısmını kaçırıp gittiler, kalanları bana versen iki köy daha çıkartırım sana, ne kök kuruması? Bıragallasen.
Neyse efenim, tahmin ettiğiniz gibi esas kız bu baskında kaçırılır, esas oğlan peşine düşer. Ve artık burada klişelerle bezeli amansız maceramız başlar. Filmde de dediği gibi "Sonun başlangıcının ortası başlamıştır, go go go." İlk klişe olarak kız oğlanın ona hedaye ettiği kolyeden parçalar bırakara iz bırakır [hansel? ekmekleri yere atma evladım, günah].
Sonrasında ki bir klişe esas oğlanımız etçil, abzıman, uzun dişli, vahşi, yırtarcasına bir hayvanı düştüğü bir çukurdan çıkartarak hayatını kurtarır, bu abzıman hayvan da onu oracıkta yemez [bak sen] hatta utanmadan filmin ilerleyen bir sahnesin hayatını kurtarır. Bu ne abicim? Bi tane çizburger gelecek, benim hayatımı kurtaracak, ben de sonra oturup onu afiyetle yemicem? Yav, git!
Buradan başka bir klişeye atlıyoruz. Bizim oğlanın kızı kurtarmak için çölü aşması gerekmektedir. Çölün yanı başında ikamet eden dostçul bir kabilenin çok bilmişleri:
"hocam çölden gidilmez ya, bırak yaa.. her yer kum, her yer aynı.. bir girsek gözümüz başımız döner, önümüzü bilemeyiz, yuvarlak çizeriz, bırak kim gidecek şimdi oraya.. sıcaktır hem.. çişim var."
diyerek üşenirler. Olay çölde yön bulunamayacağıdır. Ve çözüm de tabii ki filmin başından beri gözümüze gözümüze sokulan, esas oğlan ile esas kızın arasında geçen kutup yıldızı muhabbettindedir:
oğlan: "hayatım bak şurada parlak bi yıldız var, heb sabit.. benim pipim de her zaman sabit, dokunmak ister misin?"
kız: "ay bilmem ki.. kikiki.."
Seyirciden beş dakika sonra oğlana da dank eder ve çölde yıldıza bakarak, yani çükünün doğrultusunda ilerleyerek, yolunu bulur. Hatta direk kötü adamların piramitine çıkar yol. Koca dünyada her yerleşke bir çizgi üzerinde zaten. Yürüdükçe geliyor.
Kötü adamlar dediğimiz alternatif Mısırlı ve Atlantisli kırmaları. Piramit inşaatında çalıştırmak için amale topluyorlarmış meğer.
Bizim esas oğlan şantiyeye girer, amale kılığına girip şantiyeye sızmak ister ama yanlışlıkla Amelié kılığına girer. ve ne yazık ki orada çalışan bir amale olan genç İbrahim onu farkeder, bıyık burar. Bundan gerisi Belbüken Dağı, anlatamıycam. Bi saniye, ben o kısımda uyuduğum için öyle oldu sanırım, olaylar daha farklıydı bu kısımda, neyse.
Neyse efenim, bi şekilde saçma sapan bir isyan başlatır, savaş, kargaşa, komiklik, şakalar derken tabii ki bizim elaman döver herkesi. Sonra esas kız ile tam kavuşacakken yan kötü adamlardan birisi "sana yar etmem onuğğ!! hıaark!" diye kızı öldürür. Bu film klişesi yüzünden adamın 10 metre çapındaki herkes fenalık geçirir.
Fakat, Holivut böyle bir sona izin veremez, herkes hapili livt teraftır olmalıdır! [halk mutlu son ister gibi bir önyargı]
Teee anasının düğünündeki köylerinden köyün deli anası uydudan ruhunu kıza yönlendirir ve kendi hayatını kıza verir. Kız ölmez, yaşlı kadın ölür yani. Şimdi benim bu noktada bir teorim var. Bilimum fantastik filmde bir insanın ruhu başka bir bedene geçerse o insanın kişiliği de geçer, karşıdakine hayat vermez. Şimdi bu bağlamda aslında ölümden dönen esas kızımız değil de kızın bedenine yerleşen yaşlı teyzemiz olmuş olmuyor mu? Eleman bunu farketmiyor, teyzemiz de "oh ne güzel 120 yaşımdan sonra kukum bayram edecek, oğlan da pek yakışıklıymış" şeklinde olayı bozmadan devam mı ediyor nedir? Seçilmiş kişi, sana sesleniyorum!! o kız senin kız mı, bak bakalım!
Neyse, her türlü spoylırı ve hatta filmde olmayan ayrıntıları da anlattığıma göre bu haftaki incelememizi bir dörtlük ile sonlandırabiliriz:
Yüce dağlar karlarla kaplı,
Kemiktendir mızrağımın sapı,
Mısrılı arkadaşım artislik yapma,
Burnundan alırım senin havanı.
yea.
20080311
skinwatch
Deri altına yerleştirilen nano ledler sayesinde saatiniz artık vücudunuzun bir parçası olacak. Son teknoloji ürünü olan tensaati [skinwatch] çalışması için gereken enerjiyi vücudunuzun kinetik hareketlerinden almaktadır. Artık hem harika görünen, hem de işe yarar bir dövmeniz olacak.
*Saat biçimi için farklı renk ve tasarımlarımız mevcuttur.
Aynı teknolojiyi kullanan, soğuk, hareketsiz, sıkıcı dövmelerin yerini alacak olan bir diğer hizmetimiz Canlı Desenler [AliveTattoo] çok yakında hizmete girecektir. Kolunuzun etrafında dönerek hareket eden bir ejderha, sırtınızda dalgalanan bir okyanus ve arada zıplayan yunuslar, belki de alnınızın ortasında akan yazı olarak geçen "keriz" yazısı. Bizi izlemeye devam edin.
Bunu uydururken şuradan ilham alındı: http://www.lumalive.com/
Bir de bana modellik yapan kol sahibi kişi Xas'a dişekkür ederim.
20080306
Svini Todd vs Sevil Berberi - Foyt!
Mirabayın sevgili okuyucu kitlem,
Bir sinema bölümümüzle daha beraberiz.
Bu hafta sizlerle Coni, Tim ve Helena üçlüsünün yeni filmi "Svini Tod: Zındık Berber of İffet Sokağı" adlı filme bir göz atacağız.
Saf ve küçük pipili bir berber olan Benjamin biricik karısı ile güle oynaya çiçek toplamaktadır. Bu sırada oradan geçen kötü kalbi, hayvan, eşşoğlu eşşek, pis bok, salak, kaka, çiş yargıç Montogmeri [ismini unuttum, idare edin] "bugün ne gibi bir kötülük yapsam?" diye düşünürken bizim bu saftirikleri görür. Ve kargıç Montgomeri'nin sadece kötülük için çalışan beyin kasları alengirli delongirli bir plan yapmaya başlar.
Benjamin [birazdan Svini Tod olacak ismi, şaşırmayın] bir gece vakti çöpü çıkartmaya gittiğinde morgıç Montomeri'nin adamı Faresurat Cim tarafından tutuklanır. Sebebi de cami avlusuna işemektir. DNA testi Benjaminin çişiyle uyuşmaktadır. Benjamin nerede bu zamanda DNA testi? kimi kandırıyorsunuz? diyemeden apar topar Sona adlı bir hapishaneye ömür boyu kapatılır.
İşemediği bir çiş yüzünden hayatından, karısından ve biricik kızından olan Benjamin kendini otuzbire verir. Evet, çok karaktersiz çıktı di mi? İnsan bir intikam yemini falan etmesini bekler adamın. Ama yok.. varsa yoksa lizvişıs, sororiti görl.
Böyle böyle yıllar geçer, Benjamin kalsiyum ve protein eksikliğinden hafiften kafayı sıyırır. Tik falan başlar gözünde. Sonra bu yarı akıllı haliyle jeton düşer ve intikam için geri döner. Hapishaneden hangi ara çıktı diye soranlar, siz susun biraz.
Buraya kadar çok sıkıcıydı değil mi bi tanelerim? Bundan sonra da çok açılmayacak, merak etmeyin.
Neyse efenim. Bu Benjamin gider nüfus dairesinden ismini değiştirtir, dedesinin ismi olan Svini Tod'a geçer. Sonra gider bir etli börekçinin üst katında dükkan açar. Amacı açıkgıç Montomeri godoşunu punduna getirip mortingen etmektir. Bu çingen ağzı ona hapishanedeyken geçmiştir, abe hoşt.
Gel zaman git zaman çavuş Montgomeri bir türlü gelmez bunun dükkanına. Subuti Tod ise can sıkıntısına adam kesmektedir. Adam keserken bir taraftan da "bir de yetmez beş tane, beş de yetmez on tane, ver ver ver, ver Allah'ım ver" diye şarkı söyler. Ha, söylemeyi unuttum, film müzikal.
Bu arada aşağıdaki hanımkızımız Misis Lovett da boş durmaz, kesilen adamların etlerinden börek yapar. Ama bilmez ki "you are what you eat". Tabi insan eti yedikçe kurdeşen olur. Hertarafı pis pis isilik olur kadının. Ay çok iğrenç.
En son Svini Tod şarkı söylerken intikamı falan unutur, sesinin buğusuna kapılıp kariyerini bu yönde ilerletmek için Brodvey'e taşınır. Sonra başından geçenleri bir müzikal ile aktarır. Ve bu müzikal günümüze kadar uzanır.
heeey serraaa seraaaaa!
vat evır ay vil biiii vil biiiiiii!
ay askmay madıııır !
yes!
öptüm sizi.
Bir sinema bölümümüzle daha beraberiz.
Bu hafta sizlerle Coni, Tim ve Helena üçlüsünün yeni filmi "Svini Tod: Zındık Berber of İffet Sokağı" adlı filme bir göz atacağız.
Saf ve küçük pipili bir berber olan Benjamin biricik karısı ile güle oynaya çiçek toplamaktadır. Bu sırada oradan geçen kötü kalbi, hayvan, eşşoğlu eşşek, pis bok, salak, kaka, çiş yargıç Montogmeri [ismini unuttum, idare edin] "bugün ne gibi bir kötülük yapsam?" diye düşünürken bizim bu saftirikleri görür. Ve kargıç Montgomeri'nin sadece kötülük için çalışan beyin kasları alengirli delongirli bir plan yapmaya başlar.
Benjamin [birazdan Svini Tod olacak ismi, şaşırmayın] bir gece vakti çöpü çıkartmaya gittiğinde morgıç Montomeri'nin adamı Faresurat Cim tarafından tutuklanır. Sebebi de cami avlusuna işemektir. DNA testi Benjaminin çişiyle uyuşmaktadır. Benjamin nerede bu zamanda DNA testi? kimi kandırıyorsunuz? diyemeden apar topar Sona adlı bir hapishaneye ömür boyu kapatılır.
İşemediği bir çiş yüzünden hayatından, karısından ve biricik kızından olan Benjamin kendini otuzbire verir. Evet, çok karaktersiz çıktı di mi? İnsan bir intikam yemini falan etmesini bekler adamın. Ama yok.. varsa yoksa lizvişıs, sororiti görl.
Böyle böyle yıllar geçer, Benjamin kalsiyum ve protein eksikliğinden hafiften kafayı sıyırır. Tik falan başlar gözünde. Sonra bu yarı akıllı haliyle jeton düşer ve intikam için geri döner. Hapishaneden hangi ara çıktı diye soranlar, siz susun biraz.
Buraya kadar çok sıkıcıydı değil mi bi tanelerim? Bundan sonra da çok açılmayacak, merak etmeyin.
Neyse efenim. Bu Benjamin gider nüfus dairesinden ismini değiştirtir, dedesinin ismi olan Svini Tod'a geçer. Sonra gider bir etli börekçinin üst katında dükkan açar. Amacı açıkgıç Montomeri godoşunu punduna getirip mortingen etmektir. Bu çingen ağzı ona hapishanedeyken geçmiştir, abe hoşt.
Gel zaman git zaman çavuş Montgomeri bir türlü gelmez bunun dükkanına. Subuti Tod ise can sıkıntısına adam kesmektedir. Adam keserken bir taraftan da "bir de yetmez beş tane, beş de yetmez on tane, ver ver ver, ver Allah'ım ver" diye şarkı söyler. Ha, söylemeyi unuttum, film müzikal.
Bu arada aşağıdaki hanımkızımız Misis Lovett da boş durmaz, kesilen adamların etlerinden börek yapar. Ama bilmez ki "you are what you eat". Tabi insan eti yedikçe kurdeşen olur. Hertarafı pis pis isilik olur kadının. Ay çok iğrenç.
En son Svini Tod şarkı söylerken intikamı falan unutur, sesinin buğusuna kapılıp kariyerini bu yönde ilerletmek için Brodvey'e taşınır. Sonra başından geçenleri bir müzikal ile aktarır. Ve bu müzikal günümüze kadar uzanır.
heeey serraaa seraaaaa!
vat evır ay vil biiii vil biiiiiii!
ay askmay madıııır !
yes!
öptüm sizi.
20080121
Azimli sıçan Miki Maus
"Zero to Hero" filmleri "Dönüşüm" adı verilen senaryo tipi diye de geçer. Esas karakterin sıradan, monoton, ay çok banal bir karakter iken hayatının olağanları dışına çıkıp toplumdan sivrilip bir ilah olmasının hikayesi bir çok destanda da ana malzeme olarak kullanılmıştır. Örnek vermek gerekirse:
Emral kendi imkanları ile ergenliğine girmiş bir delikanlıdır. Doğası gereği kendisine bir eş bulma içgüdüsü ile bir diskoya gider, ki daha önceden gözüne kestirdiği bir kukulu insan arkadaşları ile diskoya takılmaktadır.. Bakar ki ortamda partner arayan kişiler dans ederek karşı cinsi etkilerler.
Bir süre izledikten sonra "ben de yaparım lan" diyerek sahneye atlar fakat bu konuda eğitimsiz olduğundan dans figürü olarak yaptıkları kıçına şehir elektriği bağlanmış tavuk gibi tepinmesinden başka bir şey olmadığından diskodaki tüm ergenmiş ergenler emral'ın etrafında çember oluşutururlar ve parmaklarıyla göstererek kahkahalar atarak onu küçük düşürürler. Bu da yetmezmiş gibi önceden gözüne kestirdiği kukulu insan da buna "pis bok enayi" gibisinden ağır bir laf eder.
Bunun üzerine gözleri dolan Emral, evine doğru zıplayarak geri döner. Evde odasına kapanır. Kendini yüz üstü yatağa atıp bir süre ağladıktan sonra doğrulur ve kendine bir yemin eder.. "Göreceğsiniz!! Lanet olası kahkahalarınızı o beyaz popolarınıza bir şaplak gibi indireceğims!!". Sonra ettiği yemindeki nüd içeriği kafasında canlandırır ve bundan bile etkilenir pis sapık, abaza.
Biraz kendisini toparladığında harekete geçer. Yalnız kaldığı zamanlarda kıçına bakmak için aldığı boy aynasının önüne geçip dans figürleri denemeye başlar. Deneysel bir şekilde figürler dener. Önce kolunu çılgınca sallar, olmaz. Sonra elektrik bugi dener, ı-ıh zor..
Derken günler geçer.
Bu geçen günler boyunca odasından çıkmamış, durmadan çalışmıştır. Ve nihayet Emral toplum içine çıkmaya, Con Travoltaya taş çıkartmaya hazır durumdadır. En janti kıyafetlerini giyer, saçına biryantini sürer, koku olarak da tütün kolonyasını dökünür ve son olarak odasının köşesinde duran çişini kakasını yaptığı torbayı da [adam tuvalete bile çıkmamış bu süre zarfında, migros poşetine yapmış. pis herif.] alıp kapı önüne bıraktıktan sonra diskoya doğru yol alır.
Diskoya gittiğinde en son bıraktığı halde ergenmiş ergenler dans etmektedir. Emral kalabalığın arasına girer. Önce kimse tanımaz onu. Artık kokudan mıdır bilinmez, merkezi Emral olmak üzere kalabalığın ortasında dairesel bir boşluk açılır. Boşluğun alanı pipi retro kare'dir. Yani tam da Emral'ın sevdiği şarkı.
Ve Emral ayna karşsında geçirdiği zamanların meyvesini toplamak üzere dans etmeye başlar. Adeta bir maykıl ceksın, bir mecik cansın gibi figürleri ile kız erkek kim varsa çevresindekileri etkiler. Ergenler "vaaouuuv, kim bu adam yahu, çok sıkıymış" tarzı cümleler ile şaşkınlıklarını ifade ederler.
Ve dansın bir noktasında Emral tee en başta gözüne kestirdiği o kızı dans alanına çeker. Ve sonra beraber dans edip sonuza kadara donsuz mutlu yaşarlar.
dı ent.
Emral kendi imkanları ile ergenliğine girmiş bir delikanlıdır. Doğası gereği kendisine bir eş bulma içgüdüsü ile bir diskoya gider, ki daha önceden gözüne kestirdiği bir kukulu insan arkadaşları ile diskoya takılmaktadır.. Bakar ki ortamda partner arayan kişiler dans ederek karşı cinsi etkilerler.
Bir süre izledikten sonra "ben de yaparım lan" diyerek sahneye atlar fakat bu konuda eğitimsiz olduğundan dans figürü olarak yaptıkları kıçına şehir elektriği bağlanmış tavuk gibi tepinmesinden başka bir şey olmadığından diskodaki tüm ergenmiş ergenler emral'ın etrafında çember oluşutururlar ve parmaklarıyla göstererek kahkahalar atarak onu küçük düşürürler. Bu da yetmezmiş gibi önceden gözüne kestirdiği kukulu insan da buna "pis bok enayi" gibisinden ağır bir laf eder.
Bunun üzerine gözleri dolan Emral, evine doğru zıplayarak geri döner. Evde odasına kapanır. Kendini yüz üstü yatağa atıp bir süre ağladıktan sonra doğrulur ve kendine bir yemin eder.. "Göreceğsiniz!! Lanet olası kahkahalarınızı o beyaz popolarınıza bir şaplak gibi indireceğims!!". Sonra ettiği yemindeki nüd içeriği kafasında canlandırır ve bundan bile etkilenir pis sapık, abaza.
Biraz kendisini toparladığında harekete geçer. Yalnız kaldığı zamanlarda kıçına bakmak için aldığı boy aynasının önüne geçip dans figürleri denemeye başlar. Deneysel bir şekilde figürler dener. Önce kolunu çılgınca sallar, olmaz. Sonra elektrik bugi dener, ı-ıh zor..
Derken günler geçer.
Bu geçen günler boyunca odasından çıkmamış, durmadan çalışmıştır. Ve nihayet Emral toplum içine çıkmaya, Con Travoltaya taş çıkartmaya hazır durumdadır. En janti kıyafetlerini giyer, saçına biryantini sürer, koku olarak da tütün kolonyasını dökünür ve son olarak odasının köşesinde duran çişini kakasını yaptığı torbayı da [adam tuvalete bile çıkmamış bu süre zarfında, migros poşetine yapmış. pis herif.] alıp kapı önüne bıraktıktan sonra diskoya doğru yol alır.
Diskoya gittiğinde en son bıraktığı halde ergenmiş ergenler dans etmektedir. Emral kalabalığın arasına girer. Önce kimse tanımaz onu. Artık kokudan mıdır bilinmez, merkezi Emral olmak üzere kalabalığın ortasında dairesel bir boşluk açılır. Boşluğun alanı pipi retro kare'dir. Yani tam da Emral'ın sevdiği şarkı.
Ve Emral ayna karşsında geçirdiği zamanların meyvesini toplamak üzere dans etmeye başlar. Adeta bir maykıl ceksın, bir mecik cansın gibi figürleri ile kız erkek kim varsa çevresindekileri etkiler. Ergenler "vaaouuuv, kim bu adam yahu, çok sıkıymış" tarzı cümleler ile şaşkınlıklarını ifade ederler.
Ve dansın bir noktasında Emral tee en başta gözüne kestirdiği o kızı dans alanına çeker. Ve sonra beraber dans edip sonuza kadara donsuz mutlu yaşarlar.
dı ent.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)